28 Şub 2009

Hayat ne tuhaf, vapurlar falan...

Ömrüm diyordu Fabrıga'da bir numaralı adam ve aptal bir filmde aptal bir kadın ağlıyor şimdi "bana "sevdam" diyen adam kaçtı gitti" diyerek... Aslında bütün filmler ve kitaplar aynı şeyi anlatıyor olabilir mi?
Geçen gün fark ettim ki, çok fazla "aslında" diyorum. Birilerini, bir şeylere inandırmak için söylüyor olabilir miyim? Hani en başta kendimi?
İnsanların kaprislerini, birbirlerini hiç uğruna kıskananları görmek ne kadar komik bir yandan, bir yandan ne can sıkıcı... Ve hiç bir şeyi kimseyle paylaşmaya gücünün olmaması insanın... Telefon rehberinden tek bir numaraya bile elinin gitmemesi. Sonra saçma sapan şeyleri paylaşmak söylemek istediklerinin yerine. Olur olmaz işlere sarmak, aptal televizyon dizilerini seyretmek, vakit öldürmek...
Sokakta çikolata fabrikasının önünden geçtim bugün, içeri girmedim. Bir Kış Masalı'nı seyrettim bir şeyleri anlamadım. Temizlik yaptım, yoruldum. Telefonla konuştum bir kaç, anlamsız geldi. Yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm. Meğer yollar çabuk bitiyormuş. Bir dahaki sefere başka yollarda yürüyeceğim ama tarifler aldım, yeni yollar için... Ama yollar yürümekle bitmiyor ki... Her şey küçük bir hamster için fazla değil mi?

26 Şub 2009

Melekler Tozu

Hani bir gün vardır, küçücük bir koku zerresi gelir, takılır bir yerlerden. Sonra bir kaç yudum şarabı hatırlar insan. Sonra o küçük güvercin başlı kızı.
Omzuna dayanmış ürkek bir baştır o. Sessiz sessiz ağlar, saçını okşarsın. "Ağlama, geçecek" dersin. Ama geçmeyeceğini bilirsin. Hep bir yerlerde kalacaktır çünkü, asla eskisi gibi olmayacaktır. Kırılan bir şeyi yapıştırıp hiç kırılmamış gibi yapamazsın. Bunları düşünürsün, ama diyemezsin. Omzuna dayanmış o ürkek baş titremeye başlamıştır. Hıçkırıkları duyarsın, omzunda bir ıslaklık hissedersin. Artık "geçecek" demeye mecalin kalmamıştır. Sessizliği bozmadan ağlamak istersin, boğazındaki düğümü çözmek... Önce yutkunursun, yavaş yavaş göz yaşların akmaya başlar. Sonra dayanamazsın artık bırakırsın kendini... O ağlar sen ağlarsın. Ağlaya ağlaya uyutursun o küçük kız çocuğunu. O uyur, ama sen artık uyuyamazsın!
bir daha bu kadar içmemeli dersin. Şarap nedir? Geçmiş nasıl geçti de dün oldu? Ne zaman oldu bütün bunlar? Ne zaman bu kadar büyüdük dersin? Ağlarsın, küçücük olmak, o ilk geldiğimiz anne sıcaklığına geri dönmek, yok olmak istersin. Ama yapamazsın.
Herkesin derdi kendine büyük, ama o melek tozları herkesin omzuna dökülmüyor işte ne yazık... Hepimizin derdi büyük, ama bazısı anlatamaz. Keşke anlatmanın yolu olsa...

Beyin dediğin kaotik bir yer...

Arto Tunç Boyacıyan dinliyorum, uzun süre Onur Mete dinledikten sonra. Garip bir huzur veriyor insana... Sanki iş - güç, eş dost, hiç bir şey yokmuş tek başıma benmişim gibi.
Ayla, Hadise, Atıf, Kenan, Metin... Bir sürü insancıkla içiçe yaşıyorum. Belki uyurgezerler gibi, bir müddet sonra onlar da bir yerlerde karşılaşacağım insanlar. Belki daha önce gördüklerim. Arkalarına yıpranmış karbon kağıdı dayadığım... 
Melek tozu diye yazmış Ayşe'm, evet belki o tozdan dökülmüş üstüme benim. Evet, çok zor geliyor bazen kırk dilin döküntüsünü dinlemek. Ama o dinlediklerim olmasa, belki de bu kadar çok hikaye barınmazdı şu beynimin kıvrımlarında. İçinden şehir geçen bir deniz olmazdı belki aklımda. Bir ada sevdalısı sevdiceğim olmasa... Ya da içkiye düşkün - rakı masası adabı bilen çapkın adamlar, canım dostlarım olmasa. Yahut da küfürbaz tipleri hiç tanımazdım, lisede her yanımdaki insanla sigara içmelere kaçmasam... Bir mezartaşı ustasının hayatını hiç düşünmezdim belki, yahut da kambur insanların aynadaki suretlerine nasıl bakıp içlendikleri beni ilgilendirmezdi... Ama hepsinin yeri var ayrı ayrı. Ve bunun sebebi o melek tozu belki.
Hasan Hüseyin okuyunca aklıma, Ceyda geliyor, Neruda okuyunca Elçin, Emrah'ı görünce Koray geliyor aklıma, İlker'i anımsayınca Yakut. Gitmeden gelmeleri kendimde buluyorum çoğu, ve dönüp aynaya bakmayı değil; içime bakmayı seçiyorum yine yine. Ayna her şeyi göstermiyor çünkü.

Yetiyor da fizik kimya
Atomu hidrojeni öğrenmemize
Yetiyor da iki ölçek hidrojen
Ve bir ölçek oksijen
Suyu tanımamıza
Bir bardak su içmek var ya sevgilinin
Elinden işte onu anlamaya
Yetmiyor fizik kimya

Bütün ölü şairlere üzülüyorum, bir daha hiç konuşma şansım olmayacağına hayıflanarak. Tüm yeni basılan kitaplar içimde yara, bir eksik daha var diye... Oysa ki, ne kadar hızlı koşarsam, o kadar çok yol giderim. Öyle değil mi?

Günün müzik önerisi: Walking on the endless road - Arto Tuncboyacıyan

9 Şub 2009

Düşünceler dönenir durur.

Gördüm yaşarken vadesiz
Ölümümü
Ördüm de ilmek, ilmek
Sırtıma giyemedim
Ömrümü
 
Metin Altıok ne güzel demiş...
 
"Ömründe okuduğu tek kitabı, dünyada yazılmış tek kitap sananlardan korkunuz" der bir özlü deyiş. Bunun doğruluğunu keşfettim bir kez daha. Belki böyle şeyleri takmamayı öğrenmeliyim artık. Herkesin kendi hayatı ve öncelikleri var. Benimkilerle aynı öncelik ve değerleri vermelerini beklemek yanlış belki... Peki, onları küçümsüyor muyum farkında olmadan? Ya esas sorun buysa? Durmadan bunu düşünüyorum bu ara. 
Ya hayat benim gittiğim yöne gitmiyorsa aslında?