31 Ağu 2009

Ne kadar söz varsa sana dair...

Hepsi milyonlarca kere söylendi. Her şair, her şiir kendi dilinden söyledi. Her okuyan kendi dilinden anladı. Bir mim koydu yüreğine değdiği yerine... Her ne kadar söz varsa sana dair, hepsi söylendi.
Ve hep sürüp gittin sen... Kimi her sabah aynı saatte aynı öfke ve bıkkınlıkla yataktan kalkan insanlarda, kimi çocukların öğle uykuları olarak, kimi zaman deniz kenarındaki bankta dalgaları izleyenlerde, kimi zaman küçücük bir kahkahayla günümüz aydınlanırken...
Yolun neresindeyim bilmem, durup bunu düşündüğümde yok işin aslı. Hiç bitmeyecekmiş gibi, ve bir yandan da sanki bugün sonmuş gibi yaşamaya çalışıyorum hep.
Büyüdükçe bıraktığım fikirler, vazgeçtiğim insanlar oldu. Edindiklerim de oldu, saya saya bitmeyecek kadar hem de...
Her gün yeni kararlar alıp, ertesi günü bozduklarım da oldu, kararlılıkla kendime bile söylemeden uygulamaya giriştiklerim de...
Bazı sorular var ki içimde sana dair, hala bilmiyorum cevaplarını. Aramak faydasız, ancak zamanın ve senin getireceğinizi biliyorum cevapları. Sadece beklemek gerek biraz daha. Ne kadar? O da sana kalmış galiba...


Ne kadar söz varsa sana dair, hepsi çoktan söylenmiş. Ama sen kalbimi biliyorsun.

Hayat! Sen nasıl bir muammasın ki, bunca söze rağmen, hiç çözülmüyorsun...

26 Ağu 2009

Köprüden Önce Son Çıkış...

7 - 8 sene öncesi bundan, yüreklerimiz daha saftı ve daha umutlu insanlardık geleceğe...
Nereden mi biliyorum? Kendimden tabi. Köprüden önce son çıkışın geçildiğine ve kurtarılmış dostluklarımızın olduğuna inanacak kadar saftık hala pek çoğumuz.
Belki ehliyetimiz yok diye, ya da İstanbul trafiğine karışmamışlığımızdan, o köprüyü geçmenin tek yönlü bir yolculuk olduğunu düşünüyorduk. İlk sapaktan yan yollara dalınıp kaçılabileceği gerçeği aklımızın köşesinden bile geçmezdi.
Sonra bir baktık ki zaman akıp gitmiş hızlıca ve dostlarla yollarımızın ne zaman ayrıldığını, o dostların ne zaman kaybolduğunu hatırlamıyoruz bile!
Geçmişi düşününce yaşanan her şeyin anlamını sorgulayıp, - bugünü bile sarsan - şüphelere bulanıyorum. Biliyorum ki o zaman söylediğimiz sözlere gerçekten inanıyorduk. Ya da inanmak istiyorum, inandığımıza...
Köprünün altından akan sulara bakıyorum, koskoca bir deniz. "Eh, büyüdük tabi" diyorum buruk bir yürekle. Dışarıdan göründüğüm gibi olmayayım istiyorum. Acı değil çünkü, buruk sadece. Kaçırdığım, boşa harcadığım vakitleri düşünmekle şimdiki vakitleri de harcamak anlamsız... Her şeyi sulara bıraktım ve "gittiler" demek istiyorum.
"Meğer orada küçük bir dönemeç varmış ve biz bunu görememişiz"
- Biletler lütfen,
- Geçiniz...

13 Ağu 2009

Yorgunluk akıp gitse...

Sulara bırakabilsek bizi çileden çıkaran tembel, iş halletmekten anlamayan, at gözlüklü insanları...
Bazı şeyler insanı zorladıkça, sabrı öğreniyor insan. Ve aradığı cevapların doğruluğundan emin oluyor iyice.
Yürüyüş mü? En iyisi.

11 Ağu 2009

Yolların sonunda kendimi bulmak ne güzel...

Her gittiğim yerden kendimle, kendime dönmem ne güzel.
Bir zamanlar sıklıkla sevmezken artık çoğunlukla gittiğim yerlerden her defasında o tanıdık bildik kendime dönme halini sever, bundan mutlu olur oldum.
Belki bu büyümektir, belki ben eskisinden daha mutluyumdur, ya da belki artık kendimi kabul etmiş, tanımış, sevmişimdir. Ama sebebi her ne ise keyifli bir sonucadır yolculuk...
Gecelere güvenli bir kuytuda karışmanın, günlere tatlı bir uyku mahmurluğuyla ama güvenle kalkmanın ne keyif olduğunu hatırlamak, benimsemek güzel.
Belki bu hal de tükenip gidecek yarın, belki yine kendime dönmeleri istemez olacağım bilmem. Ama günü böyle huzurla geçirmek yarınları düşünmeyi unutturuyor bana. Ve aslında içimde bir ses durup durup her şeyin daha da güzel olacağını fısıldıyor.
Bu sese kulak tıkamak istiyorum eski zamanlarda olduğu gibi. Düşersem kalkamamaktan korkarım çünkü. "Günü yaşa, hayal kurma" diyorum kendime, ama olmuyor. Bu huzur hali insanı hayallere gönderiyor.
Belki bunu böyle bırakmalı, her şey gittiği yere gitmeli ve ben hiç bir şey sormamalıyım...

7 Ağu 2009

Kumdan kaleler...

Bir zamanlar Türkiye izliyorum. Kumdan Kaleler "Sana Dair" diyor. Aklıma Erdal Çelik geliyor. Sonra başka şeyler...
Sonra bütün cümleler, konuşmalar, gülümsemeler, içime bir sürü kırgınlık birikmiş, anlıyorum. Bir sürü de hafiflemişim geçen zamanda. Bir takım insanlardan uzak olmanın bana ne iyi geldiğini anlıyorum. Bir kaç dostu hatırlıyorum. O eski günleri, o iki duvar arasında sıkışıp kalmış koltuğu ve o koltuğu - o odayı dolduran kahkahaları, hiç bir zaman yetişmeyen çatalları, uçuşan tül perdeleri, mavi bir cep telefonunu...
Öyle incinmemiş, öyle hayalleri olan insanlarmışız ki biz diyorum, bir daha asla. Bir daha asla...
Yarın bir yolculuğa çıkacağım kısacık, belki kendimle hesaplaşmak gibi bir derdim yok, ama deniz kıyısı, yabancı insanlar ve şarap belki beni yeni yollara götürür, tıpkı önceki zamanlarda ansızın yaptığı gibi...
Sol yanımda küçük minyatür bir gül var. Nar çiçeği.

3 Ağu 2009

dönüş....

Her gidişin dönüşü var işte bir şekilde...
Döndüm.
Yeni sorular yok, yine sorular var.
Yine bir milat koydum, denemek için.
Denemeden bilinmiyor çünkü...
Daha az şikayet daha çok huzur için, doğru cümleleri seçmek lazım.