13 Oca 2012

Var olmanın dayanılmaz karmaşası

Hay Allah!
Bazı günler içimde büyük bir öfke olurken, bazı günler koskoca bir umutsuzluk oluyor. Başka bir gün bunların ikamesi tembellik iken, bazı günler coşku ile dolup taşıyorum. Ama bu coşku işe gidip geldikten sonraya kadar eriyip bitiyor. Akşama yine başa dönen bir daire gibi evvelsi umutsuz - bezgin - tembel güne geri dönüyorum.
Kış mevsimi bana yaramıyor evet. Hayatımda sevmediğim ve yazık ki süreklilik arz eden olaylar da arz - ı endam ediyor. Ama bu durduk yere keyiflendiğim günlere bir açıklama yaratamıyor. Hadi olumsuz hislerin biriktiği günlere tamam, ama bu keyifli günler nereden çıkıyor o halde?
Henüz çözemedim bu mevzuyu. Yaş kemale erdi diyorlar bir de, ben Kemal'le aşamadığıma göre durumu, daha ciddi birilerine ihtiyaç var demek ki. Bilmiyorum, belki kendime bir rol modeli belirlemeliydim küçükken. Yaşam koçu filan gibi dönemin popüler kavram ve kişileriyle içli dışlı olmak da işe yarardı belki. Ama hali hazırda bütün bunlara inanmadığıma göre, artık beni onlar kurtaramaz sanıyorum.
Yapmam gereken işleri sürekli öteleyerek de kendime sıkıntılar oluşturduğumu fark ettim. Yapmaya takatim yok gibi, yapmayınca biriktiklerinde sıkılıp bunalıyorum. Ama yapmak da istemiyorum. Beyaz'ın o karakteri gibiyim, psikopat.
Dün akşam İstiklal Caddesi'nin ben ilk gördüğümden beri ne çok değiştiğini düşündüm.
Ayakkabıcı Gutan, İstiklal Kitabevi, Vakko, Borsa Lokantası - Salata Barı mükemmel olan hani -, pencerelerinden içeri bakılan Markiz Pastanesi, Emek Sineması, adını unuttuğum şimdiki Crepen'in yerindeki o kocaman kitapçı. Ada Kitabevi'nin eski hali, Atlas Pasajının içindeki bütün o eski eşya satan dükkanlar, Aznavur Pasajının içindeki çıfıt çarşısı tadındaki satıcılar, caddede sürekli duyulan "karşı pencere" film müzikleri... O kadar çoğu var ve hepsi öyle büyük bir hızla kayboluyor ki, hangisini daha önce unuttuğumu ben bile unutuyorum. Çok sevdiğim, hiç unutmam vazgeçmem sandığım o kadar çok şeyden geçmişim ki, kendi kendime mi ihanet ediyorum, yoksa hayatın akışı mı bu diye düşünürken kafam karışıyor.
Dün aradığım bir arkadaşım hamile, 15 güne doğum yapacak. Eskiden aynı yatakta yatıp saatlerce dedikodu yaparken uyuyamadığım insanla şimdi sorulması gereken sorulan minvalinde ilişki kuruyor olmak da tuhaf.
Hayat tuhaf galiba. Var olmak... Var olduğunu düşünmek, bu koca karmaşanın içinde salt kendi başına daha da büyük bir karmaşa olarak...
Akşam olsun, bir tren yolculuğuna çıkayım, uzun uzun güzel yollardan geçsin tren, küçük istasyonlarda dursun, kasabaların sokaklarında gezip, lokantalarında yiyeyim, posta kartları alıp eski evlerin - kapıların resmini çekip - esnaflarla (berberlerle belki) konuşup biraz, başka bir şehrin aydınlığına doğru yola çıkayım istiyorum. Belki bir yerlerden bu karmaşayı çözecek bir bilgi edinirim. Kim bilir?