11 Eki 2013

Yağmur, bulutlar, soğuk, yeni filiz verecek tohumlar...

Hani İsmail Abi deniz kenarında el sallıyor ya, her şey için o an ağlayabilirim. Tüm yitirdiklerim, mutsuzluklarım, kalp kırıklıklarım, öfkelerim, kıskançlıklarım için. Sadece orada durup, el sallayarak ağlayabilirim.
Hava soğuk, kendine göre bir güneşi var gerçi, ama aldatmaca. Yağmur, yağdım yağcam düşüncesizliğinde eda ediyor istediği kadar. Güneş yüzünü gösterse de filiz verecek tohumlar için değil, sadece canlıların yaşama umudunu ayakta tutmaya yetecek kadar var.
Keşke, İsmail Abi burada olsaydı!

Kayıp Ruh

Ben mi kayboldum bilmiyorum. Bazen hayatım bir şekilde şu coşkun akan nehirlerdeki saman çöpü vardır ya, belgesellerdeki doğa çekimlerinde gördüğümüz, onlar gibi geliyor bana. Hiç bir şeyi kontrol edemiyor oluşum bir yana, elimden bir sürü şeyin de kayıp gittiğini hissettiğim bu zamanlarda, ekvatorun bir o yanı bir bu yanı tarafındaki saman çöpü gibi kalıyorum. Hiç bir şeye takatim yok, kolum kanadım kırık, ve daha mücadele edilmesi gereken çok savaş var. Ama o kadar bitkin ve takatsizim ki, savaşmaya gücüm - ve daha kötüsü başaracağıma inancım - yok.
Keşke tazelenme şansım olsa, keşke daha az karışsa her şey, keşke daha çok dayanma gücüm olsa, keşke daha çok inansam kendime. Eski günlerdeki gibi belki...

1 Eki 2013

Günler günlerin ardında...

Tatile gitmeden önce başlanmış bir yazı, yine de geçerli, o yüzden, yine burada.

Yarın bir süreliğine son iş günüm olacak. 3 haftalık uzun bir tatile çıkıyorum ve dönüşte eski ben olmayı hedefliyorum. Bu üç haftada geriye doğru bir dönüşümü başarabilmek mümkün olacak mı bilmiyorum ama, olsun istiyorum.
İki sabah önce kalktığımda aynada gördüğüm sıratımdan ürktüm çünkü. Ağzım düz bir çizgi, gözlerim şiş. Mutsuz bir surat.
Joker ağzımı, gülen gözlerimi, ojeli tırnaklarımı, rejim politikamı, yürüyüşlerimi, kitaplarımı, ev düzenimi, yemeklerimi, okulumu, yazılarımı, filmlerimi... hepsini geri getireceğim. Hayat böyle geçmez çünkü.
Tatilde sağlıklı yaşam politikama geri dönerken zaten film, kitap, yazı, okul işleri konusunda bir disiplin oluşturma şansım var, dönüşte de bir endoskopi, tamamdır!
Sanırım, EFT'yi denemeye başlamanın da zamanıdır, böylece odak noktamı değiştirip işleri yoluna koyup koyamadığımı da görürüm.

Eh, EFT'ye başlamadım, ama gittiğimden iyiyim. Ne diyelim, güzel güneşli günler de gelir elbet!

Kaybolan zaman mı, insanlar mı?

Bazen düşünüyorum, aslında sıklıkla düşünürüm elbet, ama bazen belli bi konu hakkında düşünüyorum. Dün aynı kaseden çekirdek çitlediğimiz, gençlik sevdalarımızı - aşk acılarımızı paylaştığımız insanlarla bugün nasıl bu kadar ayrı düştüğümüzü düşünüyorum yani. Aramıza örülen duvarları tuğla tuğla yükseltirken niye hiç fark etmediğimizi - önemsemediğimizi, duvar boyumuzu aşıp sesimizi öte yana duyuramaz hale gelince içimiz buruluyorsa hele, niye ses çıkarmadığımızı düşünüyorum.
Düşünmenin sonu yok, bir yerlere varmıyor. Çünkü düşünmek istemediğim yerlerde kaçıyorum. İşin sonunda bir çıkar, bir ego, bir beklenti olduğu için sustuğumu, konuşarak anlaşmak aktivistliği yerine yerine durarak anlaşılmak pasifliğini seçtiğimi kabullenmemek için kaçıyorum herhalde. Yani, hayatın elimden kayıp gitmesine izin veriyorum. Bir yandan çabalamak istediğim insanlar, olaylar için çabaladığımı görünce kendi kendime, demek ki gerçekten istemiyormuşum ki olayların buralara varmasına izin vermişim diyorum. Bilmiyorum, hangisi gerçek, ne kadar gerçek bilmiyorum.
O kadar çok vakti bir arada geçirdiğim insanlar mı değişiyor, ben mi değişiyorum, yoksa beraber geçirdiğimiz zaman mı kayboluyor sadece, onu hiç bilmiyorum...