24 Eki 2014

Kan, Gözyaşı, İhtiras ve Baş Ağrısı...

Karşımda suratsız bir adam gazete okuyor, niye suratsız bilmiyorum ama suratsız olmasına sinir olduğum, sevdiğim bir adam karşımdaki.
Başım ağrıyor, bir aspirin içtim, kelimenin tam ifadesiyle belki, "kadim dostum" sevil hanımın bir numaralı ilacı aspirin. Sanırım iyi gelecek.
Mezun olalı 2,5 sene olmuş, ne çok şey sığdı bu kadar zamana, bir durup düşününce anlıyor insan. Sağdan soldan aldığımız haberlerle takip ediyoruz birbirimizi, kaçınılmaz yola biz de girdik yani...
Evet, bir zamanlar bu grupta deli tartışmalar, heyecanlı atışmalar olurdu, ne tuhaf... Kan gözyaşı ihtiras, Brezilya dizisi izler gibi bugün kimde ne var diye grubu takip ettiğimiz günler oldu. Şimdi sadece sessizlik var. Ve arada benim boşluğa söylediğim sözler...
Özboy gruba geri geldi, hoş geldi, ama sanmam ki fırtınalarla dönsün aramıza, ne de olsa, hepimiz gibi, Özbay da yaşlandı, büyüdü.

Karşımda suratsız bir adam gazete okuyor, niye suratsız bilmiyorum, ama suratsız olmasına sinir olduğum, sevdiğim bir adam karşımdaki...
22.02.2005

Çalma Açmam Kapıyı...

İstanbul’a bahar geldi geleli ben ruhen iyiyim aslında, bir yanda hala hiç bir şeye yetişememe, bir yanda artık yılan hikâyesinden öte bir iş arama hali, bir yanda evde boyumu aşan bir işler silsilesi, bir yanda sürekli yenisi eklenen planlar...
Eskisi gibiyim yine, mutluyum ama sanırım yaşlandım biraz, daha duygusalım, birçok şeye karşı daha katı ve daha ciddi olmama karşın, en ufak bir şeyde gözlerim doluyor ağlıyorum ama bu hamilelik hali gibi abuk sabuk bir şey sanırım hormonlarım sapıttı, kendimi bilmesem hamileliğime yemin ederdim:)
Bugün Ö.’cüm beni ilk kez bir kız arkadaşıyla tanıştırdı. O kadar mutluydu ki... Bir erkeğin de böyle hissedebildiğini görmek çok umut verici.
Neyse aklımda hızlıca bi’ sürü şey geçiyor, koşup yetişmeye çalışıyorum ve böyle olmasından da mutluyum evet yaşlanıyorum ama en azından hayatımda daha çok ve güzel şeyler var.
Kocaman sarılıyorum sana yanımda ıhlamur kokuları. Burnuna geliyordur inşallah Beşiktaş’tan.

M.
18.04.2006

Bu mektup bitmeli...

Bu mektubu sana hiç göndermeyeceğim muhtemelen...
Her kızdığımda sana, gençlik deliliğiyle araba yarıştıran çocuklar geliyor aklıma, sonundan dönüşü olmayan "korkak tavuk oyunu", meşhur asi gençlik filmi. Ve ben her sefer "korkak tavuk" olma pahasına belki, el frenini çekiyorum... Bütün sinirimi ve öfkemi yutkunup geri itiyorum, ayağa kalktıkları yerlere geri oturtuyorum onları.
İşin kötüsü her zaman ki gibi unutuyorum da bunu yine unutacağım yani, herkes de her şeyi unuttuğum gibi sende de unutacağım, seni de affedeceğim, koyduğum yerden geri kaydıracağım taşları ve yine yorduğunda yıprattığında kızdırdığında beni, yine deli olacağım, öfke burnuma ağzıma kulaklarıma dolacak ama yine yutacağım, yutkunacağım. Sen yine bir şeyler anlatacaksın ve gözlerinin içi gülerek devam edeceksin sözlerine ve ben yine kendimi sana gülümserken bulacağım. Nasıl böyle heyecanla anlatabiliyorsun bilmiyorum, gerçi biliyorum aslında, benim tutkuyla bağlandığım bir şeyi anlatışımı dinle sen, sevdiğim bir adamı, beni havalara uçuran bir olayı anlatışımı dinle, B.’nin gülen gözlerine bakışımla kabaran Elmira ruhumu gör belki o zaman aynı yerde duruyoruzdur, kim bilir. o zaman belki anlarız birbirimizi...
Ama biliyorum ki en rahatı senden ayrılmak olacak seni özleyince görmek, yani böylece daha az özlemek, daha az görmek sonra daha da az özlemek, sonra silinip gitmek, kıyılamayan yeri hep ayrı bir eski zaman insanı olarak hayatımın demirbaşlarında yerini alacaksın. İşte en güzeli  bu olacak, uzakta ama çok yakın, ama yine de canımı yakmayacak kadar uzak.
Öyle çok yoruyorsun ki beni bilerek ya da bilmeyerek ve öyle çok yıpratıyorsun ki. Haklısın sana bu kadar katlandığım için ya deliyim, ya çok iyi ya da gerçekten çok seviyorum seni. Ama sanırım üçü birden mevcut bu bünyede işte bu da en kötüsü zaten.
Neyse daha çok yazılacak şey var aslında ama benim öfkem azaldı yine gene kıyamayıp gülümsüyorum sana zaten yanı başımda oturuyorsun
Ve zaten bu mektubu hiç okumayacaksın
Senden tamamen kurtulmayı diliyorum ruhumla, herhangi bir arkadaşıma bağlı gibi bağlı olmayı diliyorum sana, ya da M.’ye olduğum gibi, ne zaman gel dese gideceğim gibi en fazla ama içime cam kırıkları düşürecek kadar çok değil.
Senin için de kalmamak istiyorum burada sürekli seninle olmamak ve seni bütünüyle unutmak için aslında günümden çıkarmak için hiç olmazsa.
Evet bu mektup şimdilik bitmeli
Nasılsa okumayacağını bildiğime göre devamını sonra yazsam da olur, nasılsa postacı kapıda beklemiyor ve nasılsa ben pulu yapıştırmadım daha.
Hiç bir zaman yerini bulamamış olan

M.

5.12.2006

Her şey yalanmış meğer...

Küçükken sevimli masum hayallerimiz vardı. Büyüyüp koca koca kadınlar ve adamlar olduğumuzda hayat "çok güzel" olacaktı. O filmlerdeki gibi, bir sürü dostlarımız olacaktı kocaman akşam yemeklerinde bir araya geldiğimiz, gülerek neşeyle ondan – bundan, sanattan, siyasetten söz edeceğimiz dostlarımız. Belki bir aşçımız ve köşkümüz de olurdu, bizi çok seven bir eşimiz, küçük şirin çocuklarımız – muhtemelen bizi hiç yormayan, sinirlendirmeyen, üzmeyen – bir işimiz, çalışma arkadaşlarımız ve müdürümüz...
Bugün biraz daha büyüğüm küçüklüğümden, yaşım 10 - 15 fazla bu hayalleri kurduğum günlerden, ruhum çok daha hızlı büyüdü, tüm bunların gerçek dışı hayaller olduğunu anlamama yetecek kadar hızlı. İçimden geçeni tam ifade etmemin de mümkün olmadığını biliyorum artık. İnsanlarla önceliklerimizin çok "ama gerçekten çok" farklı olduğunu biliyorum. Bunda kabullenemediğim bir şey yok aslında, alıştım da zaten. Kabullenemediğim tek gerçek, benim bu farkındalığa bu kadar geç ulaşmış olmam. 
O akşam yemekleri sadece "eski" dostlarla güzel. Gerçekten çocukluğumdan beri benimle olan, birbirimize baktığımızda ne düşündüğünü bildiğim, vitrinde gördüğümü bunu E.’ye alayım deyip aldığım, "o tatlı sevmez, bir tek dondurma" dediğim, bu adam bu yalnızlığı hak etmiyor, keşke elimden  bir şey gelse bu mutsuzluğa dediğim, gece rüyamda görüp uyanınca "nasılsın" diye aradığım sorgusuz sualsiz yargısız dostlarla. Zaten artık kalabalıklar da sıkar oldu beni. Herkese gülümsemek; herkesle sanat ya da siyaset, yemek, içmek, gezmek konuşmak da istemiyorum. Artık küçücük bir evim olsun istiyorum, temizlik için birilerine ihtiyaç duyacağım o kocaman köşkü değil. İş denen şeyin beni mutlu etmeye yetmeyecek kadar küçük, ya da benim iş hevesimin, çalışma aşkımın çevremde gördüğüm beklenen iş hırsının yanında çok küçük olduğunu, işe gitmemin kendi isteklerime ulaşmak için kazanmam gereken parayı sağlama aracı olduğunu biliyorum artık. "Patron" anlayışının "sahip" zihniyetiyle yaygın yürüdüğünü, ne kadar çok verirsen senden daha çoğunu istediklerini işte değilken bile işin insanı rahatsız ve meşgul ettiği gerçeğini de öğrendim. İnsanların hayatlarını doldurmak için işe asıldıklarını, umutsuzluklarını mutsuzluklarını işe gömdüklerini ama bunun benim kapasitem ve de isteğim dışında olduğunu da öğrendim.
Beyaz atlı prense ve mutlu aşklara, evliliklere de inanmıyorum artık. Biçilmiş rollere uyma yetimin olmadığını, beklentilere uymadığımı ve uymayı zaten pek de istemediğimi, sabah akşam sevgilimi arayıp onunla olmak istemediğimi, yalnızlığımı – biraz korkutucu bir biçimde – sevdiğimi de öğrendim. Gördüğüm hiç bir ilişkiye, evliliğe "keşke" diye bakmadığım gerçeğinden ve buna benzer diğer şeylerden anladım bu acı gerçeği.
Türkiye’de yaşamımın çok da şu anki halinden ileri gitmeyeceğini, benim de buna rağmen başka bir yere gitmek istemediğimi, aynı dili konuştuğum ama bir yandan da beni bitap düşüren bütün insanlarla birlikte olmamaktan korktuğumu, bugün yediğim yemeklerden ayrı, başka bir yerde yeni bir yerde yeniden başlamaya cesaretim olmadığını da öğrendim.
Zaten aslında o gördüğüm yemeklerin "Şükran Günü" vb. yemekleri olduğunu, o hindinin öyle kızarması için üstüne salça veya şekerli su sürüldüğünü, üstelik hindi etini de hiç sevmediğimi öğrendim. Ben zeytinyağlıları ve hamur islerini seviyorum galiba daha çok. Bir de tekrar izlerken o filmleri, aslında eski Türk filmlerini sevdiğimi fark ettim ben. Ertem Eğilmez’in salon komedilerini.
O çocukluk hayallerimden geriye şimdilik sadece o sevimli çocuklar kaldı. Ortamda kaç yetişkin olursa olsun oynamak için hala beni seçen çocuklar. Onlar için planlarımı gerek ve yeter koşulları sağladıktan sonraya erteledim.
Kısacası meğer her şey yalanmış küçükken bildiğim. Ya da hayallerim gerçeklerden daha büyük. 
Kim bilir belki de büyümek böyle bir şeydir?
11.12.2006

Bahar geldi İstanbul'a duyuyor musunuz?

Ihlamur kokuları sardı mı bilmem Beşiktaş'ı? çünkü uzun zaman var gitmedim okul yolum, çocuk telaşım, kaygısız neşem, salıncaklarım, Serencebey parkım, sokak arası tavlacılarım, birinin içinden diğerine geçtiğim pasajlarım, walkman tamircim, kasetçim, kitapçım, ayakkabıcım kısacası bir dönem evim olan Beşiktaş'ıma...
Şimdi bakış açıma düşen pencere boşluğundan biri kadın diğeri erkek iki güzellik salonunu görüyorum çoğu zaman boş olan, irili ufaklı afişler uçuşuyor bir de... Sabahları evden çıktığımda bakkalın çırağıyla karşılaşıyorum selamlaşıyoruz, yukarı çıkarken hayatımın etkileyicilikten en uzak ama bir o kadar da tanıdık yokuşunu, balıkçıların tablalarını açışını görüyorum, aynı insanlarla ters istikametlere giderken karşılaşıyoruz sık sık, evim burası artık.
Güneş gözlüğümü buldum dolaptan vakti geldi, yaş 24 alnımda ilk çizgi baş göstermeye başlıyor kendini, gözlüksüz çıkmamak lazım güneşe... Hayatımızda yolunda gitmeyen şeylerin en küçüğü belki bu çizgiler, ama bunlarla yaşamaya da alıştık, birçok şey gibi es geçip gidiyoruz. ama bahar geldi İstanbul'a arka bahçede çiçeğe duruyor ağaçlar, tomurcuklar hızlı hızlı baş kaldırıyor güneşe doğru, bu bahar için de planlar kurdum bakalım çıtayı tutturabilecek miyim?
Bahar geldi duyuyor musunuz??
2004'ten...

Yazın Son Yağmurları

Yorgun bir köpek dolaşıyordu sokakta
gecenin yalnızlığını bölen
yarısı yanmış sigaralarıyla
yalpa vuran adamlar
uyku mahmurluğunda
sarmaş dolaş sevgililer yürüyordu
üç adım ötemde
ışıkları sönmüş dükkânları,
tablalarını on gündür sokağa çıkarmayan balıkçısıyla
sokağa gece iniyordu
Gündüz nasıl başlamıştı bilmem
Sabaha nasıl uyanmıştım?
Bir asır geçti sanki üstünden
Öyle çok şey yaşamışım…
Postacı çantamı çapraz takıp, annemin hiç sevmediği
Çıkmıştım evin kapısından
Kulağımda eskilerden bir müzik,
Köşesine oturulacak bir bank bulmak umuduyla
Evsizler uyuyordu sokaklarda
Gazetelerden battaniyeleri,
Kollarından yastıklarıyla…
Saat dokuzu vurdu bir yerlerde
Sanırım eski kilisenin çanıydı
Komşu bahçesindeki iş yerimin
Ya da ben
Onun sesini özlemiştim
Karınca çevikliğinde koşturan insanlar vardı
Umutsuz, mutsuz yürüyen insanlar,
Neşeli, gülen, gençler ve çocuklar…
Yürüdüm yol boyunca
Kırmızı - yeşil ışıklardan geçtim
Saçları rastalı o adamı gördüm yine
Gözlerinde o aynı acıyla…
Derken bir karanlık düştü üstüme
Bulutlar yağmuru topluyordu koynuna,
Büyütüp yellere vereceği çocuklarını…
Bir şimşek böldü karanlığı,
Bense hala yürüyordum
Yanı başımda kara düşüncelerim
Ve ilk gençlik sendromlarım
Beş çayına gelmişlerdi üstelik
Hep beraber koyu bir sohbet tutturmuştuk anlayacağınız
İlk yaz biteli çok olmuştu, ilkyazım…
Umarsız, umursamasız günler
Çantamdaki diplomanın
Satır aralarına gömülmüştü.
İşin kötüsü, gelen yağmur,
Yazın son yağmurlarındandı.
Ne çok yürüdük o yağmurda ne çok ıslandık
Kara düşünceler ve sendromlarımla
Sanki yürüye yürüye yaşlandık
Oysa henüz çiğ tanelerini bile toplayamamıştık
Derken akşam örttü üstümüzü
Kara düşüncelerim de çekildiler köşelerine
Yalnız yazın son yağmurları kaldı
Yorgun bir köpek dolaşıyordu sokakta
Ve
Yarısı yanmış sigaralarıyla yalpa vuran adamlar
Sokaklar ıslaktı, yazın son yağmurları yağmıştı.

Melis Mine 16–20 Ağustos 2004  - Şişli

Bitenlerin ardından bir yazı...


Altı ay kadar önce baharın gelişiyle ilgili bir mail atmıştım gruba, bir çokları gibi, yine
heyecana gelip yazdığım bir yazıydı... Yine bir bahar geldi, bu kez sonbahar.
Ömrümün en öğretici, en keyifli, en yorucu, en yoğun, en keyifli, en mutlu ve en mutsuz
zamanlarını yaşadığım iki seneyi geride bıraktığım bir sonbahar.
Okul biteli beri yaptığım işi bilenler bilir, "kongre organizasyonu" yapıyordum, şimdi biten
kongremin ardından, yaptığım işi ve birlikte çalıştığım insanları ne kadar çok sevdiğim, onlarla ne çok şey paylaştığımı ve hayatıma giren bunca güzel insanı neredeyse 24 saat görürken günde şimdi haftada bire ikiye düşen buluşmalarımızı içim bir tuhaf seyrediyorum.
Büyümek böyle bir şey mi bilmiyorum, sevdiğin şeylerden, hayatın ve çevrenin senden bekledikleri ya da senin hayatta beklediğin diğer şeyler için vazgeçmek? İçin acısa da, hatta gideceğin yol kesinkes daha zor ve tatsız olsa da, o yola gitmek?
Hep eksikler var hayatımda, hep hedefler, nereye kadar bu hedeflere koşarım, isteklerimin bir sonu gelecek mi bilmiyorum; bildiğim bir sonbaharın daha geldiği, günlerin geçip gittiği, hayatta hep şanslı olduğuma inanan benim ne yapacağımı bilmediğim. İlk bahar yazısıydı yazdığım, yine buruk bir bahar bu, ama, sonbahar gelen, yağmurlar başladı bile, yazın son yağmurları mı yoksa sonbaharın habercileri mi bilinmez.
12.12.2006

Eskilerden kalma

Bazı şeyler hiç değişmiyor, bazıları da çok değişiyor, hayat tuhaf... Bu yazıyı tesadüfen buldum, 9 yıl önce yazmışım, isimlerin bir kısmını hatırlayamadım bile kimler, bir kısmı ile olan ilişkilerim tamamen ters yönlere gitti, bir kısmı da (şükür) o zamanki hallerinden de iyi.
Hayat tuhaf, vapurlar filan...

Kendimi kontrol edememekten nefret ediyorum, basit düşüncelerin içinde dönüp durmaktan, hep ayni döngüde yaşayıp hamster gibi çemberimden çıkamamaktan,  olmayacak yerlerde gözlerimin dolmasından, benim dışımdaki olaylardan etkilenmemden, insanlara öfkemi kusmamaktan, kusamamaktan, bitmesi gereken çoğu ilişkiyi bitirememekten, karnımda dolaşıp duran yılandan, hiç bir şeye yetememekten, yetişememekten, kısacası kontrolsüz bir hayatın içinde olmaktan nefret ediyorum. Öfkemi kusunca rahatlamaktan, öfkemi unutmaktan da nefret ediyorum, hiç bir şeyin uzun vadede kalamamasından bende, sadece acıların taze kalmasından, sevinçlerin neşelerin ve hatta öfkelerin de gelip geçmesinden nefret ediyorum. Geriye kalan insan ben miyim bu kadar kirli olay ve düşünceden sonra onu da bilmiyorum ya, böyle bir ben olmaktan da nefret ediyorum.
İnsanlar hayatından kaçacak gücü bulunca niye durdurmaya çalışıyoruz ki onları, hazır gidebiliyorken gitmeli zaten, ben yapamıyorum diye, başkalarını mahkumiyete çağırmak niye?? Bunu değiştirmek için bilmiyorum şu an ne yapmam gerek ama bir yolunu bulup bunu değiştireceğim. Nasıl olursa olsun değişmesi gerekiyor bu halin, böyle çok sağlıklı devam edemiyorum çünkü, yıpratıcı ve yorucu olmaktan başka bir işe yaramıyor bu yaşam tarzı.
K. bana aşık mı, gerçekten bilmiyorum ama öyle olduğunu düşünüyorum. Onun böyle hissetmesini sevmiyorum, keşke öyle hissetmese ve biz iyi arkadaş olsak sadece,
S. aradı geçen gün, onda sevmediğim bir şey var üstü kapalı bir havada asılıyor gibi. Böyle şeyleri de sevmiyorum ve kendimi hafif hissediyorum böyle bir şeyin içine düşünce, bu kadar yıvışık olmamalı insan ilişkileri, bu kadar ucuz...
T. ile eğleniyorum bak ama, serseri kesin sevgilisiyle kavga etti ya da ayrıldı o yüzden konuşuyor benimle biliyorum ama ben o defteri çoktan kapattığım için kendisiyle böyle olması bana koymuyor ama evet onunla konuşmayı seviyorum çoğunlukla geyik falan ama eglenceli bir adam hafif tiki ama olsun evlat edinmiycem ya:)
Ö.'im zaten hep ayni biliyorsun gözünü kapa kendini emanet et adam gibi adam kaç tane kalmış ki zaten
H. gidiyor uzak yolların yolcusu olacak canım arkadaşım, elimden mutlu etmenin gelmediği arkadaşım....
G. şimdilik çiçek böcek aylarında olduğu için elimin kolumun bağlı olduğu ve uzak durmak zorunda hissettiğim kendimi... En kötüsü de arayamamak onu biliyor musun aramak istediğimde "yok sevgilisiyledir simdi o" deyip arayamamak ikisini de çok seviyorum evet ama sanırım "ayrı ayrı" seviyorum bir arada fikri bana pek de iyi gelmiyor derinlerde bir yerde ben bunu biliyorum kendime bile söylemesem de...
E.'nin yerini biliyorsun zaten nereye ne kadar ve nasıl yerleşmiş olduğunu değiştireceğim bir yer olmadığını onda ve ağzımda böyle acı bir tat bıraktığını.
G.'nin yer değiştirdiğini ve bundan hiç de mutsuz olmadığığmı, böylesinin çok daha huzurlu ve dinlendirici olduğunu, kendimi daha hafif hissettiğimi...
B.'yi ne çok sevdiğimi,
T. ve G.'nin nasıl bir bütün olduğunu, sıcak sıcacık bir yerde durduklarını,
Ç.'yi tuhaf bir şekilde ne çok sevdiğimi,
ve Ö.'yü, ve C.'yi ve D.'yi...
Her şeyden ayrı K.'yi:)
Garip bir şekilde - belki biraz S. gibi- E.'yi,
Her koşulda canım L.'mi,
Canim gibi, çocukları...
Ben artık düzenimi istiyorum, yeni bir iş belki. Dünya gailesinden beni kurtaracak bir hayat istiyorum, çünkü kendimi taşıyamıyorum...
16-09-05