9 Mar 2009

Emanet Dolabı Bebekleri...

Annelerinin herhangi bir tren istasyonunun emanet dolabına terk ettiği iki çocuğun hayatını anlatır "Emanet Dolabı Bebekleri". Terk edilmişliği küçücükten öğrenen iki insanın yetişmesini - o derin yarıklarla, o kocaman korku ve ümitsizlikle baş etmeye çalışmalarını - anlatır. Bir yandan da "datura"nın o muhteşem gücünü okur, bıyık altından güler insan. Datura!
Bir yanda da gerçek hayat var tabi. Kakuleli latte içmenin midemi ağrıtmadığı, söylenmemişlerin söylenenlerden daha çok acıttığı, yakın sandıklarımın uzak olduğu, uzakta duranların o geçici yakınlığının yakındakilerden daha gerçek olduğu gerçeği var. Samimiyete kaybolan inancım var (ya da yok demeli belki de...).
Dünü bilmek, bugünü görmek ve kıyaslamak var dünle günü. Sonra ayakkabı çivisi durup durup kendine batmak var. Bir kaç Türk filmi aldım dün. Çok eski bir tanıdıkla karşılaştım, çocukluk günlerimi hatırlatan bana. O zamanlar birbirimizi sevmediğimizden - onun beni sevmediğinden daha doğrusu - emindim. Şimdi ikimiz de o günleri hatırladık, biliyorum. Lakin ikimiz de ne kadar büyüdük, onu bilmiyorum...
Her şey mi sahte, yoksa o çocuklar gibi her şeyin temelini aramakla ömür mü tüketiyoruz böyle?

Hiç yorum yok: