16 Oca 2014

Yaşamak mı? Ya da belki sadece devam etmek...

Bazı sabahlar diğerlerinden daha karanlık olur hava. Boğaz Köprüsü bile gece karanlığında olur, şehir uykusunu açamamış. Tıpkı benim gibi... Böyle günlerde hem boğazın güzelliğine hayran olurum hem de o karanlık hal ruhuma nüfuz eder, bunalırım.
Yine böyle bir sabahtı bugünkü... Ömrümün boşa geçtiğini düşünerek yaptığım bir servis yolculuğuyla başlayan bir sabah. Yaşamak bu mu diye soruyorum hal böyle olunca, böyle bir şey mi yaşamak?
Hayatın seni sürüklemesine izin vermek, sırf öyle geldiği için - nasıl o hale geldiğini bile hatırlamadığın - alışkanlıkların sürgitmesine göz yummak... Bu aslında sadece, "devam etmek". Yaşamak böyle bir şey değil. Nefes alıp vermek, iş yerinde yaptığın işten sıkılmak, işe gitmekten sıkılmak, morale ihtiyacı var diye arkadaşına moral vermeye çalışmak - sana kim verecek onu? -, sonra başkaları ile yemek yemek, - hayatta senden daha çok eksikleri olan o insanlara haksızlık olacağını düşünüp gülümsemek, gülmeye çalışmak, neşeli bir hale bürünüp gülmek, ne bileyim astroloji konuşmak, fal bakmak, rejim - sağlıklı yaşam - ev, aile, çocuk, koca, para kazanma, iş yeri dedikodusu faaliyetlerine katılmak, sonra yine işinin başına gitmek, sonra yine sıkılmak, sonra yine uzayan bir servis yolculuğu - ki aslında uyku & kitap & müzik & film ile belki de günün gerçekte ilk sadece sana ait olan zamanı o -, sonra yine ev, yine sağlıklı yaşamak için yediğin o yemek. - Ama ne kadar zevkle yedin onu? - Sonra okumak gereken makaleler, okumak ve anlamak gereken. Okusan da çoğunlukla çok anlayamadığın ya da zaten bir bahane bulup hiç okumadığın. Sonra biraz TV ya da internet, belki biraz müzik & kitap. Duş ve uyku. Ya da arkadaşlarla bir akşam yemeği, bir içki, bir etkinlik. Yine aynı maske ile yüzünde... "Devam ediyoruz işte, naapalım, buna şükür" maskesi. Herkesin derdi senden büyük, kime neyi şikayet edeceksin? Şikayet etsen ne değişiyor ya da? Sonra ev, uykunun sıcak kolları.
Ertesi sabah yine karanlık... Yine köprü. Yine aynı gün. Bekle ki hafta sonu gelsin. Hafta sonunu beklemek... İşte en fenası da bu. Sevmediğin bir iş yerine gitmenin - sevmediğin bir işi yapmanın ya da - en kötü tarafı bu. Hayatını hafta sonuna yönlendirmek, onu beklemek, onun için yaşamak, aradaki koskoca haftayı sadece "devam etmek" aslında. Hafta sonu "yaşamak" "gibi" olsun diye, hafta içi "devam etmek".
Kendine dair bir coşku, bir heyecan kıvılcımı azıcık parlayıverse, olmaz a, hemencecik sönüvermesi o ışığın. Bir türlü canlı tutamamak onu. Bir sürü niyetin, niyetten öteye gidememesi, bir sürü planın sadece "taslak" olarak kalması. Hayatın yanından akıp geçtiğini görmek. Çoğu zaman, insanların elindekine şükretmediğini düşünüp onlara kızmak, ama kendi durumunu sorgulamaya pek yanaşmamak.
Kişisel gelişim motivasyonunun düşmesi, bugün yeni bir şeyler öğrenme hevesinin, araştırmacılık heyecanının azalması...Güne uyandığında ağzının düz, dümdüz bir çizgi olması yüzünün ortasında ve hatta utanmasan kaşların çatık! Sonra çiçeklere su ver, ortalığı bir düzelt. Sonra yine servis, yine Boğaz Köprüsü, yine karanlık.
Böylesine yaşamak demeli mi? Ya da belki de sadece devam etmek...