26 Şub 2009

Melekler Tozu

Hani bir gün vardır, küçücük bir koku zerresi gelir, takılır bir yerlerden. Sonra bir kaç yudum şarabı hatırlar insan. Sonra o küçük güvercin başlı kızı.
Omzuna dayanmış ürkek bir baştır o. Sessiz sessiz ağlar, saçını okşarsın. "Ağlama, geçecek" dersin. Ama geçmeyeceğini bilirsin. Hep bir yerlerde kalacaktır çünkü, asla eskisi gibi olmayacaktır. Kırılan bir şeyi yapıştırıp hiç kırılmamış gibi yapamazsın. Bunları düşünürsün, ama diyemezsin. Omzuna dayanmış o ürkek baş titremeye başlamıştır. Hıçkırıkları duyarsın, omzunda bir ıslaklık hissedersin. Artık "geçecek" demeye mecalin kalmamıştır. Sessizliği bozmadan ağlamak istersin, boğazındaki düğümü çözmek... Önce yutkunursun, yavaş yavaş göz yaşların akmaya başlar. Sonra dayanamazsın artık bırakırsın kendini... O ağlar sen ağlarsın. Ağlaya ağlaya uyutursun o küçük kız çocuğunu. O uyur, ama sen artık uyuyamazsın!
bir daha bu kadar içmemeli dersin. Şarap nedir? Geçmiş nasıl geçti de dün oldu? Ne zaman oldu bütün bunlar? Ne zaman bu kadar büyüdük dersin? Ağlarsın, küçücük olmak, o ilk geldiğimiz anne sıcaklığına geri dönmek, yok olmak istersin. Ama yapamazsın.
Herkesin derdi kendine büyük, ama o melek tozları herkesin omzuna dökülmüyor işte ne yazık... Hepimizin derdi büyük, ama bazısı anlatamaz. Keşke anlatmanın yolu olsa...

Hiç yorum yok: