12 Nis 2009

Aşk Her Yerde...

"segenigi segevigiyogorugum" :)
Çocukluğumuzun en eğlenceli oyunlarındandı "kuşdili" konuşmak. Sanki her şeyi daha zorlaştırıyordu bir yandan, öte yandan da kolaylaştırıyordu tüm acımasız gerçekleri.
Yumiyum vardı küçükken 50 kuruşa aldığımız, 2,5 liralık sakızlar, patlayan şekerler. Haylayf ve çizi ile yapılan piknikler. Eti puf, halley, çokomel... Topitop vardı sonra, çocukluğumuzun en erotik şakalarına alet olan - ki aslında hiç bir şey düşünmezmişiz çok şey düşündüğümüzü , çok çok ayıp şeyler düşündüğümüzü, sanarken bile - kolalı, portakallı, bilmem neli topitop. Sonra Türk filmleri vardı...
"Ben Osman, Ofsayt Osman.
Söyleyin bee.
Allah rızası için söyleyin be.
Gene mi atamadım golü? Haa?
Bu da mı gol değil be?
Gol müü?
Bu da mı gol değil be?
Adaletine, insanlığına kurban olayım hakim bey.
Bu da mı gol değil?"
demekteydi Sadri Alışık o son sahnesinde filmin. Ben o sırada ağlamaktaydım yine bin seferinci tekrar da olsa, dayanamamışımdır, huyum kurusun. Dar - ı dünyada en sevdiğim adam, en kadim dostum (bence tek ve bir seferlik bir kusuru dışına "kusursuz" olan canım arkadaşım) göz yaşlarımın azlığını bu zır zır ağlamalarıma bağlar, ki belki de haksız değil, vara yoğa zırlarsan biter elbet, okyanus yok ya içinde, değil mi a canım?
Ama ben Ofsaytların hepsine ağlarım ki, dayanamam, açtıramadığım menekşelere, saklayamadığım sümbül soğanlarına, Sezen Aksu'nun şarkılarına, Trevanian ve Hakan Günday'ın romanlarına, çocuklarını kaybeden annelere, yalnız kalanlara, açlıktan ölen çocuklara... Hepsine ağlarım. Kendime de ağlarım, eksik sandığım her şeyime, yaptığım - ve düzeltemediğim - tüm hatalarıma, öfkelerime, insanların haklarını teslim edememeye... ağlarım işte. Okyanus mu var içinde be mübarek? Nedir ağlayarak düzelteceğin?
Çok güzel bir oyun izledim bugün. "Aşk Her Yerde", Duru Tiyatro'da. Hep sevdiğim bu adam - sanki bir şekilde oturup konuşsak çok iyi anlaşırmışız gibi düşündüğüm bir adam - işte kendisi. Bilmem cidden anlaşır mıyız, bilmem bulur muyuz ortak kelimelere sahip bir dil? Ama hep severim işte gizliden gizliye. Evlenmesine de, boşanmasına da üzüldüm. Sanki içinde bir şeyler kırılmıştır sandım. Umarım tamiri mümkün şeylerdir kırılanlar.
O kadar eğlenceli bir dille anlatmışlar ki orta yaşın başlarında yalnız, ürkek, naif bir erkeğin hayatını yenileme ve aşık olma heyecanlarına kapılmasını... Oyun metni iyi, konusu güzel olduğundan değil sırf, oyuncuların yeteneğinden, duruşundan, bakışından da anlaşılıyor verilen emek. Gözlerinin içi gülen insanlar oynuyor, bu belki de daha güzel yapıyor oyunu. Ellerine sağlık emeği geçenlerin. Oyunu izlerken kahkahalarıyla yanımda olan deli dolu arkadaşım da benimle aynı fikirleri paylaştı, çıkıp kadıköy'e inene kadar "segenigi segevigiyogorugum" diye yürüdük. Belki birbirimizi de çok sevdiğimiz için pek hoşumuza gitti bu sözler, gülüşüp durduk. Sonra can dostum, hayat arkadaşım, şu anda en güzide hayallerimin baş kahramanı ile buluştuk. Mutluluğunu pekiştirecek bir kaç ara gaz cümlesi zerk ettik bünyesine. Biliyorum bir onaya ihtiyacı var çünkü ve inanmaya... Ben de inanmasını istiyorum bu sefer bu rüyaya. Bari bu sefer, bari onun için, "Yine mi ofsayt?" "Bu da mı gol değil?" diye sormayalım istiyorum...
Çok sevdiğim bir arkadaşım vardır, şimdi biraz uzaklarda bizden, belki 50 kere anlatmıştır ofsaytı, ama ben yine öğrenememişimdir, sanırım anlamıyordur ama yine de Ofsayt Osman yüzünden öğrenemediğimi bilir Ofsayt'ın ne manaya geldiğini. Çünkü ben küçükten öğenmişimdir, tam gol olacakken olmayınca ofsayt olduğunu, ve hep ofsayttır pek çok şey bizim için senelerce. Çünkü zaten insan kötü anıları kazır bir mutsuzluk bölgesine ve işler tersine gitmeye başladığında hatırlanan ilk anılar hep o bölgeden seçilir itinayla. Mutluluk sen onu tercih ettiğin sürece gelir çünkü...
Erkan Oğur radyosu dinliyorum bir de Aydilge çaldı arada Last Fm.
İki sözünü yazmasam içim rahat etmeyecekti:

Dış yüzümü soysan
İç yüzümü bulsan
Karşıma da koysan
Şaşırmaz mıyım

Sırlarımı soysan
Gizlerimi bulsan
Sonra da sıkılırsan
Kırılmaz mıyım

Postmodern aşkmış
Sürmesi zormuş
Benliğim benliğini çok zora sokmuş

İstemem git isterim gitme
Kararsızlık çöktü üstüme
Kalmışım ben orta yerlerde
Ya nedir bu postmodernite

diyor Aydilge, ve ben kaç kat olduğumuzu düşünüyorum. Kaç kat soyuyoruz kendimizi sevdiklerimize?
Bazıları kırk kat, bazıları yalın kat derler. Bazıları hem kırk kat, hem yalın kat belki. Hem öyle yapmacıksız, hem her söz ağzında, hem de kırk dokuz boğumlu boğazından dirhemle laf çıkmaz, "ah" demez derdi üstüne. Hangisi iyidir bilmem, tecrübeyle de öğrenemedik henüz. Ne zamana öğreniriz meçhul. Yaş yolun yarısını buldu mu meçhul? Bu hayat hep böyle mi gider? Halinden memnun olmak iyi midir yoksa kötü mü? Şaşırmamak insanlara, istedikleri - bekledikleri ilgiyi verememek zül müdür bana yoksa eziyet midir insanlara? Bilmem, bilemem ama zaten bunlara gelene dek, bu sıra benim aklımda tek bir soru:

"Bu da mı gol değil? Bu da mı gol değil be?"

Hiç yorum yok: