12 May 2009

Akıp gidiyor su gibi ömrüm...

Dünden beri sıkça düşündüğüm cümle bu.
Oysaki dün sabah köprüden atlayıp intihar edenleri düşünüyordum. (Bir de bu kısaltmaları kim kullanıyor diye düşünmüştüm, şimdi hatırladım: "Gossip Girl", xo xo. ) Bir türlü yazamadığım o intihar öyküsü üzerine G.'nin anlattığı o intihar vakasının üstüne aklıma bir kaç dize düşmüştü, ben ölsem nasıl ölürdüm diye...
"Tutsam ellerini Pia'nın,
Ölsem eksiksiz ölürdüm" 
der ya Attila İlhan, eksiksiz ölmek isterim ben de pek çokları gibi, yetecek miyim, bilmem?
Sonra yol bitti işe getirdi beni servis pek çok sabahları olduğu gibi haftanın, yine aynı koridoru yürüdüm, camdan dışarı baktım görmek istediklerimi görür müyüm diye? Sonra merdivenleri tırmandım. Sonra gün akşam oldu eve gittim. 
Arkadaşlar geldiler bilgisayarım iflah olacak mı diye gözünün içine baktım N.'in... Ortadan kaybolan klasörleri gördüm - yani göremedim aslında artık ortada olmadıklarını düşünürsek. 
Sonra kaybolanları düşündüm. Yazıları, resimleri, mektupları... Hem kendimle hem başkalarıyla hesaplaş(ama)malarım, anılarım, üzüntülerim, sıkıntılarım, telaşlarım, heyecanlarım, sevgilerim... Hepsinin kaybolması neyi işaret ediyor diye düşündüm. Bir daha benim olmayacak olan kayıplarımı unutmanın belki de pek çok şeye keskin ve tereddütsüz bir çizgi çekme gerekliliğinin işareti miydi? Yeni yazılarda yeni umutlar, yeni heyecanlar olsun diye baştan başlamak gerekiyordu belki de...
Ama öte yandan derinlerde bir yerlerim o kayıplara sızlıyor biliyorum. Her ne kadar zaman geçerse geçsin üstünden, 22. yaşgünü hediyemin kaybolduğuna - hiç yayınlanmamış yıllık yazılarına, bitmeyen hesaplara ve sahibine verilmemiş o mektuplara üzülmekten kendimi alamayacağımı biliyorum. Tıpkı o küçük melek kaybolduğunda üzüldüğüm ve Ali Sami Yen Stadı'nın önündeki kaldırımda her yürüdüğümde onu hatırladığım gibi, bunları hep hatırlayacağımı biliyorum, yitirilmiş anılar olarak...
Uçup giden anılarım için ilan vermeye karar verdik: "acı kaybımız, my documents".

Hiç yorum yok: