14 May 2009

İçime çöreklenmiş bir yılan var...

"Sus" diyorum, "tıslama". Susmuyor.
"Dur" diyorum, "akıtma içime zehrini". Durmuyor.
Sonra an geliyor, biri bir şey diyor mesela, kayboluyor yılan. Unutuyorum onu da, içime kustuğu zehri de... Küçük bir gülüşle içim ısınıyor, ben de gülüyorum. Sonra sokakta yürürken anlatılanları hatırlayıp gülümsüyorum bir daha.
Sonra, bir güzel yüz görüyorum bir resme bakarken, sevdiğim bir yüz, gülümsüyorum. Yılan susuyor. "Gitti" diyorum "bu kez, bitti. Sustu." Ama çok geçmiyor, bir şarkı çalıyor misal, bir yazı okuyorum ya da, işte yine başlıyor o yılan tıslamaya.
"Bu kez son" diyorum, "bu kez son, kesin kararlıyım" diyorum. Bunu söyleyenleri çok gördük diyor D. başkalarına değil sadece ona yakışan o sahte sarışın haliyle, gülümseyerek... "Bu sefer son, başaracağım" diyorum. "Umarım" diyor. Ona saçlarının ne çok yakıştığını düşündüğümü, tuhaf bir şekilde kendisini çok sevdiğimi, çok umut dolu göründüğünü henüz söylemedim, bilmiyor. 
Ne başka bir dünyayı yaşıyorum, kısa da sürse, ne kadar farklı gülüşlerle "çocuklar gibi" şen oluyorum. Özlediğim bu mu diye soruyorum kendime? Yorgunum büyük olmaktan. 
Birbirine ulu orta samimiyet sınırlarını aşan - ama yapmacıksızlığından hiç de batmayan - sorular soran o çocuklara bakıyorum. "Yok" diyorum. Bir daha olmaz...

Hava ısındı iyice, Mayıs sanki benim için çiçeklenmiş... "İçindeki yılanı at" diyor. "Fırlat, savur uzaklara. At gitsin!" Denemek gerek. Tıpkı geçen günkü o bembeyaz sayfa tesellisi gibi. Bilgisayarımı kurtarmak için fazla mesailer harcadı N. ve kayıp sandıklarımızı bulunca o sevinç ikimizin gözünde de parladı birden... Yalnız sevinmediğime de sevindim. N.  de benimle sevindi diye, onun için de sevindim. İnsanların sevinmesine sevinmek ayrı bir ruhsal bozukluk olabilir, araştırmalı...

Üç sınav, iki yazı var beni bekleyen... İşle ilgili şeyleri işte bıraktığımdan saymıyorum artık. Dün bir kaç kişiyle paylaştım geleceğe dair düşüncelerimi, hepsi cesaretlendirdi beni. Niye onlarla paylaştım? Bilemedim. İnsanlara kanım nasıl kaynıyor, bu bedene bu kadar insanın sevgisi nasıl sığıyor? Bilmiyorum. Kalori cetvelleriyle yemek mücadelesi nasıl yapılır, küçüklerden öğreniyorum. Ama hafta sonu ne giyeceğimi kimse söylemiyor...
Bu kadar yazdım, amma bitirmek istemiyorum hiç. Bolahenk çalıyor, Aşk Bir Rüya. Neyi sevdiğimi bilmeden seviyorum bu adamların müziklerini. Albüm kapaklarını, müziklerini, seslerini...
Mevsim yaza döndü. İncelikli insanları seviyorum. Varlıkları hayata umudumu artırıyor ama bir yandan da umutsuzluğumu...
Yok yazmadan olmayacak, yazıyorum, belki de kurtuluyorum:

- Milyon Kere Ayten -
Ben bir Ayten'dir tutturmuşum 
oh ne iyi Ayten'li içkiler içip sarhoş oluyorum ne güzel 
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin 
Biraz Ayten sürüyorum güzelleşiyor 
Şarkılar söylüyorum Şiirler yazıyorum 
Ayten üstüne 
Saatim her zaman Ayten'e beş var 
Ya da Ayten'i beş geçiyor 
Ne yana baksam gördüğüm o 
Gözümü yumsam aklımdan Ayten geçiyor 
Bana sorarsanız mevsimlerden Aytendeyiz 
Günlerden Aytenertesidir 
Odur gün gün beni yaşatan 
Onun kokusu sarmıştır sokakları 
Onun gözleridir şafakta gördüğüm 
Akşam kızıllığında onun dudakları 
Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim 
Ayten'i övecekseniz ne ala, oturabilirsiniz 
Bir kadehte sizinle içeriz Ayten'li İki laf ederiz 
Onu siz de seversiniz benim gibi Ama yağma yok 
Ayten'i size bırakmam 
Alın tek kat elbisemi size vereyim 
Cebimde bir on liram var 
Onu da alın gerekirse 
Ben Ayten'i düşünürüm, üşümem 
Üç kere adını tekrarlarım, karnım doyar 
Parasızlık da bir şey mi Ölüm bile kötü değil 
Aytensizlik kadar 
Ona uğramayan gemiler batsın 
Ondan geçmeyen trenler devrilsin 
Onu sevmeyen yürek taş kesilsin 
Kapansın onu görmeyen gözler 
Onu övmeyen diller kurusun 
İki kere iki dört elde var Ayten 
Bundan böyle dünyada Aşkın adı Ayten olsun 


- Ümit Yaşar Oğuzcan -

Hiç yorum yok: