18 Haz 2009

Günler tepelerden koşan vahşi atlar misali...

Zamanın hızlandırılmış bir film sahnesi gibi aktığını hissettiğiniz oldu mu hiç?
Son günleri belki de bir kaç ayı hep koşarak yaşıyormuşum hissindeyim. Bir şeylere, birilerine yetişmek için. Oysaki yetmiyor, yetişemiyorum.
Küçükken dedemin bahçesinde ön taraftan arkasına doğru bahçenin kollarımızı iki yana açarak koşardık ve eğim arttıkça koşu hızlanırdı. Engellemezdi de kolay kolay. Ya ağaçlara çarparsam diye korkardım hızımı kesmeye, ama bir yandan da beni aşağı çeken o güce karşı dururken düşmemeye çalışırdım. Bugün en sevdiğim oyunlardan birinin niye bu olduğunu biliyorum. Kendi başıma, kendime karşı ve yenemeyeceğim bir rakibe karşı keyifli bir yarış. Kendi başınalık sonsuz bir güç çünkü benim için ve ucu bucağı olmayan bir yarış alanı...
Pek çok dertten hafiflemiş gibiyim gün be gün geçtikçe. Sınavlar bitiyor, günler geçiyor. Gidenler dönüyor, günler geçiyor. Yeniler eskiyor, günler geçiyor. Bir şeyler büyüyor, kalp atışları duyulmaya başlıyor giderek belirgin şekilde; günler geçiyor. Toz tutuyor raflardaki biblolar, günler geçiyor. Hesapların üstü çiziliyor, günler geçiyor. Dostlar özleniyor, günler geçiyor. Sözler büyüyor içimde, günler geçiyor. Yapraklar kopuyor dallardan ara ara, günler geçiyor.
Ve tıpkı o çocuk oyunlarındaki gibi ve hatta tepelerden koşan vahşi atlar misali hızla geçip gidiyor günler.

Bu kitabı okumadım, hatta Bukowski'den okuduklarım da sınırlıdır çok. Ama bu kitabın adı benim için hep özel oldu, çok sevdiğim bir dosttan ötürü.
Günler geçti, hızla da geçmede. Yetişmenin mümkün olduğu günlerin umuduyla...


Hiç yorum yok: