29 Haz 2009

Mayki Bulu Ays

Bir kaç gün geçsin diye bekledim, aklımdaki resim ve söz öbekleri silinir gider diye düşündüm. Bu sabah hala oradalar.
Michael Jackson'u böyle bir mihenk taşı olarak bir yerlere koymuş olduğumu bilmezdim... Çocukluğumdan bende bir yerlerde kalmış olduğunu bilmezdim. On beşimden sonra unutup gittiğim, yeni yetmelik hevesiyle yakışıklı genç şarkıcılara döndüğüm yüzümün (!) aslında bir yerde hep o zamanlara bağlı olduuğunu bilmezdim ya da.
Bir dönemi Michael Jackson ile yaşayanlar muhakkak üzüldüler ölümüne. Ben de üzüldüm elbette. Tıpkı eskiden aynı sokakta oturduğumuz, küçükken evlerinden çıkmadığım ama büyüdükten çocukluğumun şehrinden ayrıldıktan sonra bir daha görmediğim komşularımızın ölüm haberlerini almış gibi... Çocukluğumdan biraz daha koparılmış, biraz daha uzaklamış hissettim kendimi. Yıllar sonra karşılaştığımızda Şerife Teyze ile ikimizin de gözlerinin dolması gençlik - çocukluk hallerimizi hatırlayınca - nasıl böyle kopmuş bir tespihin taneleri gibi dağıldık ki biz? - benzer bir üzüntü dolmuştu içime. Çocukluğumdan bir adım daha uzaklaşmıştım. Sonra eski evimizin sokağı, eski mahallemiz... Ve bir adım daha.
Geçen akşam bir adım daha uzaklaşmış olduğumuzu fark ettim en eski arkadaşım E. ile yürürken... O da aynı şeyi fark etmişti ki, kaybetmek istemediği anıları yakalayıp bir yerlere saklamak istermişcesine çırpınıp duruyordu. Bir fincan kahvede, düşünmeden, hesaplamadan, ahkam kesmeden, çocukluğumuzdaki gibi konuştuk. Sonra yine uyku hükmünü sürdü yine uyuduk, yine uyandık. Sabah bu her zaman içinde olduğumuz o yetişkin dünyaya geri döndük. E. de dönmüştür, biliyorum, hatta benden önce dönmüştür.
Küçükken her şeyi istediğimiz gibi söylerdik biz. Tüm çocuklar yani... "a ces ko dı sey a lav yu", "eni yeci voki"... Her şeyi istediğimiz gibi görürdük, hayal ettiğimiz gibi. Kocaman demir kapılar, kocaman merdivenler, kocaman okul zili, karanlık koridorlar, hayaletli evler, perili köşkler, dut ağacı, kanlı çizme... Leblebi tozu, talaş böreği. Yerli malı haftası, okul tiyatrosu, fen laboratuvarı, yumurta deneyi, mors alfabesi...
Hepsi gün gerçeğinin arkasında kaldılar. Her şeyin üstüne bir toz bulutu çöktü. Yavaş yavaş kayboldu bütün o eğlenceli anılar... Sadece gidenler bir parça tozu havalandırdıkça altındaki o güzelim hazineleri görür olduk artık. Sisli havada görünen binalar gibi, görünüp kaybolup birbirinden ayrı hikayeleri hatırlatır oldular üstelik.
Hey Mayki, mayki bulu ays...

Hiç yorum yok: