8 Kas 2009

Mecnun'um Leyla'm'ı gördüm...

Mardin büyülü bir şehir... Evler sağır, evler dilsiz, evler kör çünkü.
Ama çocuklar... Tüm o dilsizliğe, sağırlığa rağmen; çocuklar capcanlı. Hayat çocuklarda çağlıyor. Tüm o var olmayış, o hayatı sanki inkar ediş ve dünyaya sırt çevirme çocuklarda yırtılıyor, deliniyor. Ayrılıyor bir bir.
Kiliselerde gizleniyor hayat. İnadına bir duruşla hayat atardamarlarda dolaşan kan gibi yürüyor kiliselerde. Direnerek değil, saygıyla, tevazuyla, inançla... Akıyor hayat. Her zaman yaptığı gibi. Herkese ve her şeye rağmen. İnancın büyüsü sarıyor insanı. Sanki o kadar inanabilsek bir şeylere, her şey daha güzel olurmuş gibi geliyor. Ama bazı şeylerin çok uzak ve geride olduğunu biliyoruz hepimiz içten içe... Sessizce durup bakıyoruz. Gizli bir hayranlıkla ayrılıyoruz rüyadan.
Yeni rüyalara yürüyoruz... Yine çocuklar sarıyor etrafımızı. Kurulmuş bebekler gibi, ezbere konuşan - ezberi bozulunca şaşıran - hayata aç, meraklı, umutlu, heyecanlı, hayallerle bezeli çocuklar...
Bir usta varmış, bir de çırağı... İki merdiven varmış camide, ikisi birbirini görmeyen... 29 tane tophane.Ya tophane neymiş? Çocuklar soruların cevaplarını bilmiyorlar henüz. Açlığı biliyorlar belki, üşümeyi, 10 kardeş her şeyi bölüşmeyi... Ama henüz soruların cevaplarını bilmiyorlar. Ezberi biliyorlar yalnız. "3000 kişi yaşar, dört köy var. 10 - 12 çocuk bir evde. Tophane mi? Bilmiyorum abla..."
Sokaklar sağır, evler dilsiz. Kimse derdini söylemez kimseye, göstermez ayıbını. Kusurlar gizlenir. Acıya karşı dik durmak gerekir. Bir de sis indi mi sokağa, insanlarla birlikte hayat da gizlenir bir yerlere... Eşeklerle dolaşan çocuklara kalır yine şehir. Bir sakız, bir şeker; yüzü aydınlanan çocuklar ve ellerinde fotoğraf makineleriyle turistler...
Ardından bir yağmur. Yağmur alır götürür çocukları, içimizde gizli bir hüzün.
Kalbimiz inceden sızlarken nereye gideriz ki? O fosforlu ışık, bizim de ardımızdan gelmeyecek mi? Kabuğumuzu bıraksak da, kendimizi bırakmazsak peşimizde bir iz bırakmayacak mıyız o fosforla? Kendimizi bulmaya gerek varmış gibi, arayanlara bir imdat çığlığı gibi...
İşte yağmur, işte çocuklar Mardin'de... Yalnızlık anlaşılır gelir bir an. Dertlerimiz küçük, hayallerimiz komik. işte yağmur, işte kör ve sağır evler, dilsiz sokaklar... İşte yağmur.
Bir kaç gündür hep aynı şarkıyı dinliyorum. "Mecnun'um Leyla'm'ı gördüm." Aytekin Ataş'ın sesinden dinliyorum bu kez ve aklımda bir cümle Hakan Günday'dan yine; "Ben aşıktım, o kumraldı."
"Tophane mi? bilmiyorum abla..."

Hiç yorum yok: