24 Mar 2009

Mezar Taşları

FRANCIS PICABIA
Niçin
Seni mezarına dört köpeğinle
Bir gazeteyle
Ve şapkanla gömmelerini istedin
İstedin ki taşına şunu yazsınlar
İyi seyahatler
Bir şey değil öteki dünyada da deli zannedileceksin.
 
THÉODORE FRAENKEL
Öldüğün vakit harikulâde bir hava vardı
Mezarlık o kadar güzeldi ki
Hiç kimse mahzun olamadı
Epeydir de senin artık orda olmadığını sanıyorlar
Homurdanmalarını duymuyorum
Susuyorsun
Yahut omuz silkiyorsun
Cenneti görmeyi asla istemezdin
Nereye gideceğini artık bilmiyorsun
Ama sen işin alayındasın
 
MARIE LAURENCIN
Kafesteki bu güzel kuş
Senin mezardaki gülüşündür
Yapraklar dans ediyor
Uzun uzun yağmur yağacak
Bu akşam hareketimden evvel
Ağaçların çiçek açtığını görmek istiyorum
Bir dişi geyik sessizce yaklaşacak
Bulutlar biliyorsun pembe ve mavidir
 
LOUIS ARAGON
Dostların küçük kızlar halka oldular
Sana çelenkler ördüler
Ufacık yalanlarınla
Sana kâğıt getirdim
Ve çok iyi bir kalem
Ebediyette şiirler yazacaksın
Koruyucu melek seni teselli eder
Kravatını bağlar
Ve sana gülmesini öğretir
Artık beni unuttun
Allah benden çok daha güzeldir
 
PAUL ÉLUARD
Oraya bastonunu ve eldivenlerini de götür
Düz dur
Gözler kapalı
Pamuk bulutlar uzaklarda
Ve bana Allahaısmarladık demeden gittin
Bir yağmur
Bir yağmur
Bir yağmur
 
TRISTAN TZARA
Kim o
Bana elini uzatmadın
Ölümünü duydukları vakit çok güldüler
Ebedî olmandan öyle korkmuşlardı ki
Son nefesin
Son gülüşün
Ne çiçek ne de çelenk
Sadece küçük otomobiller
Ve beş metre boyunda kelebekler
 
ANDRÉ BRETON
Bakışını gördüm
Gözlerini kapattığın zaman
Mahzun olmama izin vermedin
Ve ben bir şey yapmasam bile bol bol ağladım
Artık bana hiçbir şey söylemeyeceksin
Hiç ama hiç
Bir sürü adam çiçekler getirdi
Nutuklar bile söylendi
Ben hiçbir şey söylemedim
Seni düşündüm.
 
Philippe Soupault'un bu şiirini - Orhan Veli çevirisiyle - okuduğumda da pek küçüktüm şimdiye göre. Ortaokul yılları için oldukça eğlenceliydi ilk kısmı ama gerisini gün geçtikçe anladım ancak. Her gün biraz daha çok… Herkesin olmayı denediği - görünmek istediği haller var (Ben de dâhilim bu herkese, kendimi hariç tuttuğumdan değil yani). Ama aslında herkes kendini kandırmak için yalan söylüyor gibi. Şöyle uyuyup böyle uyandığına, yazmayı çok sevdiğine, resme âşık olduğuna, hayatının fotoğraf çekmeye adanmış olduğuna... Yani her zaman hayatında en önde gelen bir şey olduğuna - eksik parçaların olmadığına - hayatına yeni şeyler dâhil olduğunda o “çok sevdiği”, “kendini çok adadığı” şeylerin hala aynı yerde duracağına “önce” kendini inandırmak için... Sonra o kadar inanıyor ki söylediklerine, çevresindekiler de inanmaya başlıyor. Sonra, bir gün bir şey oluyor ve aslında gizliden gizliye beklenen o eksik parça ile kavuşunca, bütün o sözler uzayın sonsuzluğuna karışıyor. Herkes sanıyor ki, hiç iz hiçbir eser kalmamıştır önceki sözlerinden. Oysaki başka kulaklar da duyduysa o sözleri, hiçbir şey kaybolmamış oluyor. Ama o kulaklar da sahipleriyle birlikte işi bitenler rafına kalktığı için çoktan, sadece “yalan” olduğunu düşünen birkaç kişi dışında kişiye hiçbir iz kalmıyor gerçekten. Ve o düşünenler de birer birer silinip gidiyor zaten herkesin hayatından.
“Ben hiçbir şey söylemedim
Seni düşündüm.”

Hiç yorum yok: