29 Eyl 2009

Sahaf Şenliği, korsan filmler ve hayat...

Beyoğlu Sahaf Şenliği'ni ziyaret ettim hafta sonu iki kez... Bir çok heyecanımı, çocukluğumu, annemle babamın kitaplığını, yarım kalmış serileri, "büyüyünce sahip olunacak"ları, zaten sahip olunanları, sahip olmak istediklerimi gördüm.
Aniden insanları şaşırtıvermenin keyfini yaşadım bir kez daha. Gözbebekleri büyüyen insanları gördüm. Yemek yapmayı ve evimi özlediğimi, hayatımın daha önce hiç bilmediğim durgun sulara ilerlediğini fark ettim sonra.
Sonra birdenbire yanımda oturan kişiyle - bugüne değin azıcık şeyi paylaşmamıza rağmen üstelik - ne kadar derin, ne kadar içten ve samimi konuşmalar yapabildiğimi keşfettim. Korkusuzca kalbimdekileri paylaştığımı ve bundan ne büyük keyif aldığımı...
Korsan kitap almaya şiddetle karşı iken, korsan filme ve müziğe aynı katı tutum içinde olmadığımın ayırdına vardım bir de. Sadece sevdiğim beğendiğim materyalin orijinaline sahip olmak istiyorum. Gerisi önem taşımıyor benim için...
Her gün yeniden bir şeylerin ayırdına varmak ne güzel...
Mevsim tam sonbahar. Yürüyüş zamanı...

15 Eyl 2009

Sapsarı Gencecik Umutlar...

O kadar çabuk büyütüyorum ki hala onları, içimde yaşamakta olan bir ruh olduğunu hissediyorum sayelerinde. O kadar çabuk gülümsüyor ki kalbim, her koşulda şükretmem gerektiğini düşünmekten alamıyorum kendimi.

Kötü haberler aldım sabahtan, belirsiz ve sonucu sıkıntı yaratabilecek başka haberler daha sonra. Ve sonra bir iyi haber, sonra bir umut verici haber daha, sonra bir akşamüstü sohbeti: güler yüzlü, çocuk umutlu; sonra kaybedilmiş bir kaç insan hesabı, sonra bir tabak dolusu yemek, sonra uzak dünyaların hayalleri... Sonra insan ruhu tahliline eğilen ama yormayan bir sohbet, sonra bir kaç fotoğraf....
Sonra uyku çağırmadan beni, bir kaç satır yazmak istedim. Sabah karanlığına dönmeden gece bildiğim bir kaç duayı söylemek için kendi kuytuma çekilip, bu umutları her daim kalbimde tutmamı sağladığı için Allah'a şükretmek için...

12 Eyl 2009

Gidilen yollar gibi yanlışlardan da dönülür mü?

Bazı hataları düzeltmek zaman alır. Bazıları ise hiç düzeltilmez. Belki de düzeltmek istemediğimiz hatalardır bazıları. Kaç yanlış bir doğruyu götürüyor onu bilmiyorum. Ama yanlışlarımın götürdüğü ve yerine koyamadığım doğruların farkındayım. O doğruların eski yerlerine konması mümkün mü onu bilmiyorum. Kelimeler geliyor dilimin ucuna. Bir ses "dur" diyor, duruyorum. "Sus söyleme, her şey gereksiz artık..."*
Yağmur yağdı bugün dolu dolu. Doydu mu doymadı mı yağmaya bilmiyorum. Ama İstanbul'un çukurları doldu. İnsanların içine birikenler gibi, gözlerine yüklenenler gibi, yağmur da bir yerlere doldu. Kendi karanlığına boğuldu İstanbul. Ama insanlar direniyor kendilerinde boğulmamaya...Boğulmadıkça da çırpınıyor ve çırpındıkça da batıyor. Boğulmuyor ama batıyor bataklığa. Ölmeyecek kadar... Yarına yine uyanacak kadar.
Deniz Arcak "Sevdim seni mabuduma" diyor, Hayko da"Demedim mi" diyor. Ve ben dinliyorum... İyi geceler İstanbul. Gökyüzü yine parlak yıldızlarla dolacak elbet.


* Zülfü Livaneli, Sus Söyleme.

7 Eyl 2009

Dökül gözyaşım, ak boşluğa...

Bir şiiri, ya da belki şiir de denmez ona, ararken lise yıllarıma ait bir defteri buldum. Yazılanları okudum bir bir. O dostlarla niye eskisi gibi görüşemiyoruz diye düşünüp hepsine sesimi yollamak istedim. Ama hepsine yetişemeyeceğimi biliyorum.
Şimdiyi paylaştığım dostlarım ve ailemle, sevdiklerimle yemek yedim üç beş kelam edip o tanıdık olmanın huzuruyla basketbol maçı seyrettim biraz.
Sonra gittiler onlar, ben yemek yaptım. Okumalara bıraktım kendimi... Sonra Hayko Cepkin dinledim bin birinci kere "Demedim mi?". Sonra bıraktım gözyaşlarımı aksınlar diye...
Ömrümün isteklerime yetmesi için kendime iyi bakmalıyım çünkü. Kalbimi kırıklara kesiklere değdirmek bana zaman kazandırmayacak. Sadece iyilikleri görmek gerek, tıpkı eskiden olduğu gibi.
Ses vermeliyim, sonra durup yankımı beklemeliyim. Ve kendime de izin vermeliyim. Dökül göz yaşım, ak boşluğa, her tuz zerresi zehrimi atacaksa eğer, ne duruyorsun?

6 Eyl 2009

Hoş Geldin Kadınım...

hoşgeldin kadınım benim, hoşgeldin
yorulmuşsundur,
nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını...
ne gül suyum ne gümüş leğenim var...
susamışsındır
buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim
acıkmışsındır
sana beyaz keten örtülü sofralar kuramam
memleket gibi esir ve yoksuldur odam
h
oşgeldin kadınım benim, hoşgeldin
ayağını bastın odama,
kırk yıllık beton çayır çimen şimdi
güldün,
güller açtı penceremin demirlerinde
ağladın
avuçlarıma döküldü inciler
gönlüm gibi zengin,
hürriyet gibi aydınlık oldu odam
hoşgeldin kadınım benim, hoşgeldin

Ne güzel demiş Nazım Hikmet, ki zaten her seveninin aksine ben aşkını severim Nazım Hikmet'in.

Dostlarla konuşurken anladım ki, herkesin bir kuytuluk beklentisi var. Bir güvence arıyoruz kendimize... Öyle ya da böyle hepimiz bir sığınak arıyoruz kendimize. Bir düzine insan olana kadar beklemeye gücümüz direncimiz var mı, ilk kim nerede düşer, nerede kaybolur bilmiyorum ama bunun mümkün olduğunca geç olmasını diliyorum. Kimse düşmesin, kimse kırılmasın, kimse kaybolmasın diliyorum...
Dinledikçe dertlerini dostların çok dertsizim onu anlıyorum. Düşündükçe kendimi, dertli miyim onu da bilmiyorum?

3 Eyl 2009

Temize çekmek hayatı...

"Kendi haklarında düşünmeye başlayan insanlar artık tek ayaklarını tabuta sokmuşlardır bile..." diye yazar Ryu Murakami "Emanet Dolabı Bebekleri"nde. Bir yandan doğruluğuna inansam da bir yandan da tam tersine yeniden doğuşun müjdecisi olduğunu düşünürüm bu sorgulamaların.
Çünkü düşündükçe yeni kararlara varmak mümkün. Bir benden ötekine yol almak, yanlışları kabul etmek, değiştirebilirlik yetisini değerlendirmek... Yeniden başlamak mümkün.
Eylül geldi ve benim değişim zamanım göründü ufukta... Her sene belirsiz bir zamanda gelen - ama mutlaka gelen - o değişim zamanı.
Akşamların aksine, sabahların enerji dolu olduğu, planların planlar üstüne kurulduğu sonsuz karmaşayı - fırtınayı barındıran, ama bir planı gerçeğe dönüştürünce huzurlu bir limana yelken açılan bir yolculuk bu benim için.
Tabi bir de öteki tarafı var işin, tıpkı Birhan Keskin'in dediği gibi:

O kadar uzun yol geldik ki seninle
Şimdi, sen ayrı ben ayrı olan o yolu
Nasıl yürüyeceğiz?