25 Kas 2009
Kırmızı kapaklı SEK süt şişeleri ve çocukluğum...
23 Kas 2009
Ben kocaman bir "düş"tüm...
16 Kas 2009
Bak içime gör beni...
Hepsini yakalayamadım sözlerinin. Ama öyle içten söylüyordu ki Olgun Şimşek, bunun da benim şarkılarımdan - türkülerimden mi demeliyim? - olduğunu anladım ilk seferinde...
Aklım nasıl şaşkın
Sevdam deli taşkın
Sen görmezsin amma,
Narındayım ben aşkın
Bak içime gör beni
Tut elimden yak beni
İstemezsen bu aşkı
Otur baştan yaz beni.
İçimdeki burukluğu yazıya dökemedim. Ama benim yerime dökenler olmuş, dinlemek şansım oldu. Sevgili kardeşim, en değerli dostum, aynadaki yüzüm ve uzağımdan bana bir sevgi bulutu yollayan bir kaç kişi hemen düştü ardına sözlerimin. Diyemedim ki, "ben aslında hep böyleyim" Geçer dedim sadece, "geçer, bu da geçer". Oysa ben, kendi başımda geçmeyen bir hastalık gibiyim bir bakıma. Aşım yok, ilacım yok, iyileşmeyen kronik bir hastalık gibiyim.
Bir kaç dostu dik tutmak misyonu ile çalışmam gerekiyor bir yandan, bir yandan kendimden korumam kendimi. Öte taraftan zaman hızla akıp geçiyor ve ben hayatımın gidişini kontrol edememenin huzursuzluğunu da ekliyorum üstüme.
2009'un bitmesine 1,5 ay kaldı ve bu seneye dair hayallerimin pek çoğu yeni seneye evrilmek durumunda kalacağa benzer. Sonra, bu hesapları yaptıktan sonra yani, yüzüme bir gülümseme oturtup hayata devam etmek zor. Ama zaten, kolay şeyleri sevmem de ben...
Saydam olsak, içimiz görünürdü de, o zaman belki de daha zor olurdu hayat. Şimdi en azından kimse kimseyi görmüyor içimden...
8 Kas 2009
Mecnun'um Leyla'm'ı gördüm...
Bir toplanma hikayesidir yaşanan aslında...
Bir pazar gününün ardından...
5 Kas 2009
Dostları hatırlatan sözler...
Sevmek ister her insan
Birazcık şanslıysan
Neden olmasın
Kendinden emin değilsen sevme
Bensiz mutluysan
Hep öyle kal
Eğer her gece yattığında
Büyülü düşler sana
Benden bahsediyorsa
Hemen tatlı uykundan uyan
Çünkü ben hiç uyuyamam
Seni düşündüğüm zaman
Belki sevmekten hiç usanmam
Hayat adil değil...
Yıllar yıllar önceydi...
Ne taze ölüyü mezar.
Ne de şeytan, bir günahı,
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni;
Bırak vehmimde gölgeni,
Gelme, artık neye yarar?
Cehennem Kapıları
Tekrarlı Hayatlar
Meksika'nın kodu...Şarkılar seni söyler...
Gidenler dönmez geri...
Yaşla mı alakalı bu, yoksa yaşadıklarımızla mı bilmiyorum ama bazı şeyleri gün geçtikçe kaybediyorum sanki. Öyle şeyler ki bunlar bir kucaklaşmayla anlayorum mesela kaybettiğimi, bir daha muhtemelen hiç bulamayacağımı... Karşımdakinin o utangaç tebessümü, gözlerini kaçırdığı o uzaklık artık benim sahip olmadığım şeyler mesela... Sevginin o utangaç içe dönük hallerine bir daha sahip olamayacağım, o "ilk"leri çoktan tüketmiş olduğum mesela...
Gerçekliklerimizin belirgin şekilde farklılaşmış olması; benim onu anlıyor, onunsa beni yadırgıyor olması... Hayata dair sadece kendi düşüncelerimi, kendi doğrularımı ciddiye alıyor olmam... Hele ki belli bir yaşanmışlığı paylaşmadığım insanları sadece gülümseyerek dinler hale gelmem...
Bir de hayattan kayıp gidenler var. Bazı dostları bir daha hiç eskisi gibi olamayacağımızı bile bile kaybettiğimi gördüm misal. Çok sevdiğim insanların uzaklarda olduğunu ve bir daha asla o eski günlerdeki gibi yakın olmayacaklarını gördüm. Hani o çay - çikolata günleri, Halley ile süt saatleri, o Barbaros'tan inerken konuşulan şen hayaller, vapurda dağıtılan o broşürlerle unutulmaz anılar edinmeler, kırmızı ışıkları koşturarak geçmeler, çokoprensle birlikte kaşer yemeler, bir fincan kahvenin içinden koca bir dünya yaratmalar, yollarda bir çizgi üstünde yürüyememeler... Hep yanyana bile olsak bir daha asla eskisi gibi olmayacaklar. O güzel insanların o güzel atlara binip gittikleri gibi, biz de bir yerlere gittik ve geri dönmeyeceğiz bir daha...
Bir başka arkadaşlığın gölgesiyle lekelenmemiş dostluklar ve asla çıkmayan o lekeler... Hani sadece yanyana oturup birbirini anlamalar... Bunların çok uzakta kaldığını ve bir daha asla geri gelmeyeceklerini biliyorum. Bir yandan hayatın akışı diyorum, bir yandan üzülüyorum harcadığım emeklere ve zamana boşa mı kaybettim hepsini diyerek... Bir yandan da ben mi anlaşılmazım, insanlar mı istemediklerini anlamayacak kadar bencil diyorum. Cevap her ne olursa olsun ben onu söylemekten korkuyorum.
Hani insanların yüzlerinde bir maske olur ya bazı tiyatro oyunlarında, o maske oyun boyunca ne olursa olsun hep aynı ifade ile kalır, işte kendimi o maske yüzüme yapışmış da kalmış gibi hissediyorum. Söylenmemek ve içindekileri konuşmamakla alıştığım ve alıştırdığım bir hayatı yaşarken; kendimi kendim bir şeylere / bir yerlere / birilerine bağlıyorum galiba. Ve bu böyle olunca herkes de beni bu maske gibi sanıyor, en yakınımdaki insanlar bile o maskeyle konuşur gibi konuşunca öyle bir kırılıp dökülüyorum ki aslında... Ama bunu da kimse görmüyor işte, o da maskenin arkasında kalıyor. Sonra hakkımdaki fikirlerini de söylüyorlar üstelik pervasızca yüzüme... "Ne biliyorsun ki?" demek geliyor içimden, "Ne sanıyorsun ki sen hayatımı?". Ama demiyorum... Çünkü hiç söylemedim daha önce, söylemek de istemiyorum. Mecalim yok... Kendimi anlatmak, tanıtmaya öğretmeye çalışmak istemiyorum ki...
Yorgunluk öyle bir örtü ki, kolunu kaldırmaktan ağzını açmaktan mahrum bırakıyor insanı. Ve zaten diyorsun ki? "Ne çıkar? Hiç kimse bilmese ne çıkar?"
Biz ayrık otları, hep böyle olacak olduktan, bizi ancak - o da arada sırada sapar üstelik - biz anlayacak olduktan sonra; "yakın" dediğimiz insanların çoğuyla sadece bir kaç istasyon arası birlikte yolculuk edecek olduktan sonra, "ne çıkar hiç kimse bilmese?" Aynalar biliyor nasıl olsa....
Gölgenizi benden uzak tutun lütfen, ışığa ihtiyacım var...
(02.09.2008)
Devlerin Aşkı
Devlerin Aşkı oynuyor bir kanalda, Türkan ile Kadir’in en güzel oldukları filmlerden biri. İnsanın “Aşık olacaksan böylesine aşık ol, sevgili olacaksan böyle sevgili” diyesi geliyor izledikçe...
Bunların hepsinin film olduğuna katıksız inancın ve farkıdalığın bile gözyaşlarının yuvarlanıp yuvarlanıp ağzına burnuna dolmasını engellemiyor işte. Belki buna değildir ağlaman, belki dolup dolup taşan şeyler vardır bir yerlerde ve sen kendinden başka ağlayacak omuz bulamamışsındır... Çünkü artık hiç bir omuz senin gibi değildir – ya da sen öyle sanarsın – herkesin kendi derdi vardır. Herkesin ayrı hikayesi... Bugün bir yerde okudum: “Acının büyüğü küçüğü yoktur, acı acıdır.” demiş adamın biri. Doğru demiş, çok da doğru. Ama herkes kendi acısını en büyük sanmada işte... Ve etrafında en büyük benimki, hayır benimki diye ağlayanlar dolu olunca insanın, susmak düşüyor payına, çünkü acıların gerçekliğine de inancın kalmıyor, büyüklüğüne de...
Birazdan film bitecek, ve Kadir ile Türkan gözlerinde o aşk o bakış ile – ki onun bile film olduğunu, gerçek olmadığını düşünmek de ne büyük yıkımdır aslında aşka inananlar için, film işte o bile gerçek değil, en gerçek görüneni bile sahte – ölümü aşıp sonsuz mutluluğa adım atacaklar... İki damla daha süzülecek sonra göz pınarlarımızdan, bileceğiz çünkü böylesi olmadı hiç, muhtemelen de hiç olmayacak film çünkü bu...1976’da çekmiştir filmi Osman Seden ve o zamanlar – belki de – aşk daha temiz daha büyük bir duygudur veya insanlar daha temizdir, adamlar adam gibi, kadınlar kadın gibidir. Sevdalar sevda gibidir, kötü adamlar bile sonuna kadar kötü değildir mesela.
Biraz sonra beyaz bir gelinlik ile Türkan – çok rüküştür ama hiç ilgilenmezsiniz, içindeki Türkan’dır ne giyse kabulünüzdür o an – ve çelik gibi bakışlarıyla Kadir (silahı bırakır) gözlerinin içine bakarlar birbirlerinin, Savaş Başar’a karşı korkusuzca dururlar yan yana, Türkan’ın elleri titrer ve de yüreği, sessizce geçer giderler Süreyya’nın (Savaş Başar ki kendisini sadece bu filmde tanıyıp bilsem de çok takdir ederim o gözleri ile seven, gözleri ile nefretini kusan, gözleri ile ölen adamı.) yanından. Ölüm sevgiye dokunamaz sevgi yürür gider.
Ve az sonra Demet Akalım çıkar sahneye bir başka kanalda, “Sevdiğimi koluma takarım Bebek’te üç beş tur atarım. Olmadı bi’ de sinema yaparım, gördüğün gibi çok unutkanım.”...
Kimin neleri, niye unuttuğunu hiç bir zaman bilemezsiniz... Sadece kendinizi bilirsiniz. En büyük acı zaten sizinkidir hep... Öyle değil mi?
(03.09.2008)
...
"Bak, ateşböcekleri",
Demek isterdim..
Ama tek başımayım.
demiş Oruç Arıoba. Bana Arıoba'yı tanıtan, hayatıma katan arkadaşım şu anda ne yapmakta hiç bilmiyorum. İçimde onu düşününce ince bir sızı oluyor, diğer pek çok giden gibi. Gerçi yalnız gidenlere değil, gittiklerime de üzülüyorum bazen, ama hayat gelip gitmelerle bir seyrüssefer değil mi zaten?
Şemsiye
Şemsiye
Yağmur yağıyordu
Dudakları sımsıcaktı
Elleri üşüyordu
Bir öptüm
Bir daha öptüm
Kimseler görmedi öpüştüğümüzü
Yağmurdan başka
İki gözüm çıksın
Şimdi ne zaman yağmur yağsa
Utanıyorum
Ümit Yaşar Oğuzcan
Hayat ne tuhaf, vapurlar falan...
Kardan adamlar erir...
biz ise elimizdeki kartopunun yanına yöresine eklediğimiz kar parçalarıyla kardan adamlar yapmaya çalışıyoruz, annelerinin bile bunca uğraşmadığı çocukları büyütmek için uğraşıyoruz.biz de yenildiğimizde bitecek ve bizler de dönüşeceğiz kendimiz de şaşırarak o sevimsiz çekiç kafalılara.
işte esasında pink floyd, "All in all you're just another brick in the wall" derken bunu kastediyordu...
(is there anybody out there diye fısıldıyor kulaklarıma bir ses....) (04.12.2008)