19 Eki 2018

Ağva Kıyıları

Birlikte büyümek nedir bilir misiniz? Ama kelimenin tam anlamıyla "birlikte" büyümek. İlkokul korosunda ödünç verilen bir kalemle başlayan, ortaokul ve lise sıralarında yan yana, önlü - arkalı oturan, derslerde sıranın altında birlikte çubuk kraker yiyen, aileden ayrı ilk gece yatısına gidilen, üniversite sınavına birlikte gün sayan, ilk üniversite günlerinin o koyu gecelerinde ayrı düşüldüğü için gizli gizli ağlanan, sonra diğer ikisi aynı üniversiteyi kazanıp aynı yurda gelince aynı odada kalan… Aşkı birlikte arayan, bulan - bulamayan - kaybeden… Hayattaki en büyük acıları, şaşkınlıkları, çaresizlikleri birlikte yaşayan… Birlikte büyüyenler işte böyle olurlar. Bütün bunları yapmış ve yaşamış olan bizim, birlikte büyümüşlüğümüzün - onlar kendilerini bilirler - tek eksiği birlikte yapılan tatillerdi. İşte nihayet onu da yaptık. Hem de büyüleyici ve unutulmaz bir açılışla…

Uzun süredir aramızda bahsi geçen Ağva projesini hayata geçirmeye karar vermemiz ani oldu aslında. Baktık bu işi planlamanın uzun uzadıya program yapmanın anlamı yok, birkaç mekân araştırmasından sonra - nehir kıyısı olsun, hamağı olsun, ahşap evler olsun ölçütleri ile sınırlandırılmış bir bölgeden - kalacağımız yeri seçtik. İETT otobüslerinin saatlerini öğrendik ve iş çıkışı son otobüse yetişebilme imkânının gönül rahatlığıyla yola koyulduk. İlk ders: İETT'ye güvenmemek oldu. İnternette ilan edilen saatler doğru değildi ve ayrıca teyit için ilgili birime attığımız e-postaya da olumlu yanıt gelmişti. Ancak belirtilen saatte öyle Ağva'ya giden bir otobüs yoktu. Ancak Şile'ye kadar ayakta gidip yolun gerisini taksi ile gitme şansımız vardı. Midibüsün şoförü de bizim sıra dışı bir grup olduğumuzu anlamış, durup durup karar verip vermediğimizi soruyordu. Rezervasyonumuzu iptal edip sabah yola çıkmayı düşündük bir an, ama hevesimiz de kursağımızdaydı. Rezervasyonumuzu iptal ettiremedik tabi, böyle olunca da "madem buraya kadar geldik, Şile'ye de gideriz, taksiye biner Ağva'ya da gideriz. Gider miyiz? Gideriz be!" diye midibüse atladık. Yol boyunca üçümüzün bir araya gelmesinden mütevelli sohbet hınca hınc dolu midibüsün pek çok yolcusunun ilgisini çekti. Hele hele şoför yolcular artınca "siz üçünüz" diyerek bizi oturduğumuz koltuklardan kaldırınca… Önünde durduğumuz yolcuların şenliğine diyecek yoktu. Yol bitmek bilmezken, biz tam kıvama gelmiş, eğlence ve tatil havasına girmiştik bile… Şile'ye vardıktan sonra en lüks taksiye binmek isteyen miço'ya rağmen, sıradaki antika kartal'a binmek zorunda kaldık. Taksi şoförü, iyi niyetle bir sohbet havasına kalkıştığında bunun ölümcül hata olduğunu bilmiyordu tabi. 
- Öğrenci misiniz?
- Hayır. (Gayet kısa, kesin ve sorunun devamının gelmemesi isteğimizi belirtir tonlama ile söylenmiş)
- …
- …
- (Miço, bize dönerek) Bütün günü yolda geçirdim ölüyorum yorgunluktan.
- (Şoför) Uzaktan mı geliyorsunuz?
- (Miço) Sadece ben.
- ….
El nihayetinde motelimize vardığımızda gecenin 10'u. (Aileler aranır sağ salim vardık denir.) Açlıktan bayılacak hale gelmiş bünyeler yemek salonuna atılır, şöminenin ateşi hafifçe yanmaktadır. Güzel bir yemek yenir, sohbet edilir, eldeki tek sevgili ile dalga geçilir - ki onun da sevgililiğinden sevgilisi dâhil herkes şüphelidir - arkada oturan delikanlıların yakışıklılığı ile ilgili bilgi teyide çalışılır, fakat başarılı olunamaz. Arkasından güzel bir uykuya giden yola koyulmak üzere odaya çekilme faslı vardır.
Sabah kuş sesleriyle uyanınca - ki bu 7 gibi erken bir saattir - derhal kahvaltıya geçilir. Uzun ve güzel bir kahvaltıdan sonra, yürüyerek Ağva merkeze inilir. Bundan sonra ki kısım şehir merkezinde geçer.
Küçük ve şirin bir sahil kasabası olan Ağva, turistik gezilerin ivme kazanması ile hızla hediyelik eşya sergileri topluluğuna iş imkânı yaratmış. Bir adet postane, bir banka, iki adet bankamatik ile teknoloji ve dünya bağlantısı mevcut. Meydandan Harem'e giden otobüsler kalkıyor ve turizm danışma bürosu var. Sahilde duvar yazısı ve renkli desenlerle bezenmiş bir fener, küçük ve sevimli bir çay bahçesi, dingin denizi görmek isteyenlere kucak açıyor. Kumsalı geniş ve temiz, ince kum. Denizin dibi görünüyor; deniz, deniz gibi kokuyor. Mavi - yeşil bir arada. Yükselen kayaların üstü yemyeşil, ferah bir hava, oksijen bol muhtemelen. Yollar merkeze gelene kadar çoğunlukla toprak, ya da çakıl dökülmüş, az bir kısım asfaltlı, zaten Şile - Ağva arasında da doğal gaz alt yapısı için kazı çalışmaları var. Ağva merkezde yollar asfalt bildiğimiz o küçük ve bakir sahil kasabası havası henüz bozulmamış. İstanbul'dan kanatlanıp gelen onca yorgun insan beraberlerinde pek fazla konfor getirmediklerinden olsa gerek…
Deniz kıyısında tekne turu yapmak üzere hazır bekleyen küçük tekneler var, ama çok yorucu müzikler çalıyorlar. (Böyle dinlendirici bir yerde olduklarını düşünürsek hele seçimleri oldukça hatalı…) Belki Türk Sanat Müziği eserleri ya da enstrümantal eserler daha uygun gidebilir böyle turlara, ama arz - talep meselesi bu. 
Simit almaya gittiğimiz fırının - akşamüstü olduğu için - taze simidi yok, poşete koyup bağladığı hafif bayat simitlerden alıyoruz. Bir markete girip - sanırım pek fazla da market yok… İki tane gördük biz - birkaç çeşit bisküvi alıp sahilde bir çay içmek üzere oturuyoruz. Çay güzel, simit bayat. Olsun. Yanımıza büyük siyah bir köpek geldi, simidin birazını ona verdik. Esnaf güler yüzlü ve tıpkı filmlerdeki birbirine tatlı bir takılma halinde. Sohbetlere kulak verince mutlu oluyor insan. 
Motele dönüp Cosmopolitan Kadınları oluyoruz bir süreliğine… Şömine karşısında oturup, anlamsız magazin ve moda dergilerini karıştırıp zayıflamanın 30 yolunu okuyoruz yüksek sesle. Televizyon yok, varsa da biz ilgilenmiyoruz zaten.
Akşam yemeğinde şarap kadehlerin rengini güzelleştiriyor. Sohbetin tadını da… Ailelerimizden - neredeyse hepsini tanıdığımız - arkadaşlarımızdan söz ediyoruz. Eski gönül yaralarından, aldığımız derslerden, geleceğe dair plan ve umutlarımızdan… Yakışıklılar geliyor nihayet. Ama maalesef iki sevgili bunlar. Talihimize küsüp kahkahalarla kadeh kaldırıyoruz.

Ertesi sabah nehirde deniz bisikletiyle bir tur atmak istiyoruz. "Kalkış mükemmel ama park ederken sorun yaşama ihtimalimiz var" diyorum. Nehir kıyısındaki otlara giriyoruz bir ara, dümen kırıp geri dönüyoruz, iskeleye yanaşma mevzusu kocaman bir rezalet. Yanaşamıyoruz, görevli önce tarif ediyor iskeleden, sonra bizden umudu kesmiş olacak bırakıp gidiyor bizi… Uzun bir çabalama sonucu, cengâver bir atılımla ben önümüzde park etmiş olan yunusa geçip iskeleye ulaşmamızı sağlıyorum. Kahkahalarımız susmuyor. Görevliye "Bizi bırakıp gittiniz, aşk olsun" diyoruz. "Gözümüz üstünüzdeydi" diyorlar. "Ama yanaşamadık bir türlü, hiç ilgilenmediniz" Sakince gülümsüyor bir tanesi, "Müşterilerle ilgilenmemiz gerekiyordu" diyor. Bizimki lafı atıveriyor ortaya "Aşk olsun biz de sizin müşteriniz değil miyiz?" 
Bu komik ve heyecanlı yolculuk daha da artırıyor kahkahalarımızı, eşyalarımızı toplarken de devam ediyoruz gülmeye. Hesabımızı öderken kasadaki kız ne kadar uyumlu ve eğlenceli bir grup olduğumuzu söylüyor. Gülümsüyorum, "16 senedir birlikteyiz, ondandır" diyorum büyük bir gururla. Sevdiceklerimin yüzlerine bakıyorum, mutlular. Mutluyum. 
Dönüş yolu uzun. Müzik dinliyoruz. Üç saati buluyor Üsküdar'a varmak. Yoruluyoruz oturmaktan. Üsküdar'a indiğimizde bir dahaki sefere nereye gitsek diyoruz, bu yorgunluğu atlatalım sonra yapalım planı diyoruz. Yorgunuz ama mutluyuz. Hafifledik. Beşiktaş'a geçiyorum motorla, otobüsler çalışmıyormuş, yollar trafiğe kapalı. Olsun, Şişli'ye yürümek nedir, yürümediğim yol değil, yürürüm. 
Eve geliyorum. Çok güzel bir hafta sonuydu, yenilendim. İyi ki gittik diye düşünüyorum, gülümsüyorum. TV'yi açıyorum ve hayat normale dönüyor… 

08.06.2007'da Kahve Molası'nda yayımlanmıştır. (www.kahvemolasi.com)
Fotoğraf: Hatice Özdemir

Hiç yorum yok: