19 Eki 2018

Yerebatan Sarnıcı

"Zaman hızlı geçiyor, yoksa boşa mı geçiyor" endişesiyle kendimi - yakın dostları da işin içine katarak - şehir turlarına verdim yaz sonu itibarıyla. 
"Yer deniz, gök deniz, 
Ne olacak bu halimiz…"
Bir tekerlemeyle başlamalı belki söze… Gökten yağmayan yağmurlar küresel ısınmayla yükselen deniz yerle gök arasında dolanıp duran bizlerin öncelikli kaygıları haline geledursun, biz Sultanahmet'e vurduk kendimizi, İstanbul'un tarihi yarımadasına. Medusa'nın gözyaşlarının doldurduğu rivayet edilen sarnıca uzandık bir eylül vakti. Yıllar önce gittiğim Yerebatan gittiğim bu kez ışıklandırma, müzik vs. ile büyüleyici bir atmosfere dönüşmüş. Kişisel kısmına geçmeden önce yazacaklarımın öncelikle tarihi ve fiziki bilgilerini vermek isterim (Çoğu aklınızda kalmayacak ama efsanelerini hatırlayacağınızdan eminim).

Yerebatan Sarnıcı'nı 7000 kölenin 38 yılda tamamladığı rivayet edilir. 6. yüzyılda Bizans İmparatoru Justinyen tarafından At Meydanı'nın diğer tarafında bulunan Büyük Saray'ın su ihtiyacını karşılamak üzere yaptırılmıştır. 52 basamaklı taş bir merdivenle inilir. Yaklaşık 10000 metrekarelik bir alanda, 100.000 ton su depolama kapasitesine sahip olan sarnıçta toplamda 336 sütun bulunmaktadır. Son restorasyonda içi kuru olmasına rağmen sarnıca tekrar su geldiğinden bugün hala 1-2 m arasında su bulunmaktadır. 
Bazilika Sarnıcı da denen Yerebatan Sarnıcı Ayasofya için imparatorluğun her yanından toplanan sütunların kullanılmayanlarıyla oluşturulmuştur. Bir söylentiye göre, bazı sütunların üzerindeki şekillerin gözyaşına benzemesin nedeni Büyük Bazilika'nın inşasında ölen yüzlerce köleyi anlatır. Sarnıcın kuzeybatı köşesindeki iki sütunun altında kaide olarak kullanılan iki Medusa başı Roma Çağı heykel sanatının şaheser örneklerindendir. IV. yy. ait bu başların Genç Roma Çağı'na ait antik bir yapıdan sökülerek buraya getirildiği sanılmaktadır. 


Medusa'yla ilgili mitolojiye dayandırılan birçok söylenti bu yapıyı daha da gizemli kılar. (Medusa Yunan Mitolojisinde yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgondan biridir. Bu üç kız kardeşten yalnızca Yılan Başlı Medusa ölümlüdür, diğer kardeşleri gibi değildir yani ve kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahiptir. Ve Medusa'ya ait hikâyeler - efsaneler kesinlikle ayrıca okunmalı, bu yılan saçlı kadın bir köşede unutulmamalıdır.) 
O dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak amacıyla Gorgona kafalarının resim ve heykellerinin konulduğu söylentilerden biridir, diğer bir görüş yapılan onarımlar sırasında, sarnıcın güneybatı köşesinde sütunların kısa gelen gövdelerini yükseltmek için kaide olarak ilkçağa ait Medusa başlarının kullanıldığıdır. Bu görüşe göre Medusa'lar Hıristiyan olan Bizanslılar tarafından artık batıl kabul edilen tanrılara hakaret amacıyla ters ve yan konmuştur. (ki bence bu görüş daha akla yakın, Hıristiyanlıkta eski pagan inanışlarının yok edilmesine yönelik yoğun çabaları hatırlayın…)

Bir de dehlizlerle ilgili söylentileri vardır Yerebatan'ın. Yerebatan Sarnıcı'ndan girilen dehlizlerle kuzeydoğu yönünde ilerleyerek, Marmara'nın altına girdiği, Üsküdar'dan güneydoğu istikametinde bir açı yaparak düz bir hat halinde Kınalı ada'ya kadar gittiği söylenir. Bu dehlizlerin Kapalı çarşı'nın altından da geçtiği, Sivri kapı'da bir tünel girişi olduğu, Kum kapı'ya kadar uzandığı girişini bilenlerin kör olduğu anlatılanlar arasında. 

Bu kadar teknik bilgi ve söylencelerden sonra (Evliya Çelebi yaşasa ne derdi acaba bu yazı için, eksik kalan yerleri tamamlardı muhakkak…) benim gözümden gördüğümü yazmak isterim size biraz da. 


Gözyaşlarına benzeyen kabartmalarıyla sütunlar ağlayan kaya efsanesini hatırlattı bana, bazıları damlayan suların kanalizasyon suları olduğunu söylese de (çocuklarını kaybedince taş kesilen ama yine de ağlamaya devam eden Niobe'nin hikâyesini bilir misiniz? Öyle duyguludur ki, anlatırken bile ağlarsınız belki…). İrili ufaklı balıkların oraya yeraltı sularından nasıl geçitler bulup gelmiş olacağını düşündüm belki de oraya insanlar tarafından bırakıldığını düşünmeden ve bilmek de istemeden böyle bir gerçeği. Dilek tutup para attım, ağlayan sütunların dibindeki suya, nasıl iki köprünün altından birbiri ardına geçerken dilek tuttuysam. Aya Yorgi'ye çıktığımda çok sevdiğim bir dost için içtenlikle dilediğim o dileğin gerçekleştiğini hatırlayarak, gizliden ve derinden bir ümitle üstelik…

Ama beni en çok etkileyen o sütunların senelere dayanıp, her şeye meydan okurcasına ayakta kalması olmadı. Ya da dev gibi görünen o balıklar, tüm o hantal görünüşlerine rağmen bir para atıldığında üstüne hızla üşüşen… Beni en çok etkileyen Medusa oldu. Benim bildiğim efsaneler Medusa'nın Perseus'a aşkından söz etmez hiç, Perseus'un Medusa'yı öldürdüğü (kalkanından kendi bakışlarını yansıtıp Medusa'yı taşa çevirdiği ve başını kestiği anlatılırdı benim okuduğum söylencelerde) ve onun kesik başıyla nice düşmanı alt ettiği anlatılır hep. Ama Sarnıcın içindeki bilgilendirme yazıları ve sonrasında okuduğum bazı kaynaklar Medusa'nın çok güzel olduğu, Athena'nın da onu kıskanıp yılan saçlı baktığını taşa çeviren bir canavara dönüştürdüğü yolunda bilgi veriyor. İşte bu en çok etkileyen oldu beni. Bir kadının - ki güzellikte eşsiz bir kadın iken - yılan saçlı bir canavara dönüşmesi, baktığı insanı taşa çevirmesi… Baktığı o çok sevdiği, âşık olduğu adam olsa bile… Cezanın böylesini düşünmek o zamanın tanrılarına has bir şey miydi acaba diye düşündüm. Sonra aklıma son günlerde sık sık okuduğum tecavüz haberleri geldi (kocasını savunur yönde ifade veren kadınlar, aile içi tecavüzde ruhsal yapı bozukluğu olmadığı gerekçesiyle ceza indirimine gidilen mahkemeler…), sonra bu tecavüz mağdurlarının töre cinayetlerine kurban edilmesi. Halkın kendi adaletini kendi sağlama yoluna gitmesi… Bütün bu düşünceler hızla geçti içimden ve yine seven ama yitiren o çaresiz kadına döndüm. Yüzündeki acı da sevdiği adamın kalkanından yansıyan kendi bakışlarıyla taşlaşan Medusa'ya… Yılanlı kadın, gorgon, canavar, Medusa. Gözyaşlarıyla sarnıcı doldurduğu rivayet edilen kadın, Medusa. Herkes kendi çektiği derdi bilirdi ve ağlayan kayaların niye ağladığını taşa dönüşene kadar kimse bilemezdi…

Keyifli hafta sonları, bol köpüklü kahveler… 


14.09.2007'da Kahve Molası'nda yayımlanmıştır. (www.kahvemolasi.com)

Hiç yorum yok: