19 Eki 2018

Yastık Sohbetleri (Pillow Talk)

Yönetmen: Michael Gordon
Yapımcı: Ross Hunter, Martin Melcher
Senaryo: Russell Rouse, Maurice Richlin, Stanley Shapiro, Clarence Greene
Yapım: 1959, USA, 98 Dakika.
Müzik: Frank De Vol

Oyuncular: Doris Day, Rock Hudson, Tony Randall, Thelma Ritter, Nick Adams, Julia Meade, Allen Jenkins, Marcel Dalio, Lee Patrick, Mary McCarty, Alex Gerry, Hayden Rorke, Valerie Allen, Jacqueline Beer, Arlen Stuart

Alain de Botton okuyorum şu sıralar. Doğum günümde gelen kitaplarından biriyle başladım bu okumalara. "Aşk Üzerine"*. Kitapta diyor ki; yazgıya, kadere en çok romantik yaşantımızda özlem duyarız. Her şey için mantıklı, akılcı, bilimsel açıklamalar getirmeye çalışanlardan olsak da, iş aşka gelince hepimiz bir gün hayatımızın kadını ya da adamı ile karşılaşıp öteki yarımızı bulacağımız hayal eder, birden yazgıya bel bağlar hale geliriz. Ve insan doğası gereği kimse bunun için suçlanamaz.

Bugünkü filmimizi de işte bunun için seçtim. Sırf biz âşık olduk diye, bütün olasılıkların bizi bir araya getirmek için tasarlandığına inanıvermemizden tutun, en küçük benzerliklerimizi bile "birbirimiz için yaratılmışlığa" yormayı ustalıkla becermemize dek pek çok şeyi hatırlattı bana bu keyifli film. 

Hayat bazen bütün tesadüfleri bizi bir araya getirmek için yaratır, tıpkı Jan Morrow ve Brad Allen'a yaptığı gibi. İki komşunun telefon hatları sürekli karışmaktadır, çünkü mecburen aynı telefonu paylaşmaktadırlar. Brad Allen çapkın bir bestecidir ve telefonu hiç susmamaktadır ve modern şehirli kadınımız Jan Morrow bu durumdan rahatsız olur. Bu da önce kavgalara, sonra "nefretten doğan aşka" sebep olur. Ama henüz gerçekleri yalnızca hızlı çapkın bestecimiz bilmektedir. Jan Morrow aşık olduğu adamla, geveze ve çapkın komşusunun aynı kişi olduğundan habersizdir.

Sürekli karışan telefon konuşmaları, Doris Day'in kendi kendine düşündüğü, ikilemlere düştüğü sahneler; şarkılar, ağlamakta olan Doris Day'i teselli etmeye çalışan Tony Randall'ın, onu üzen kişi olduğu sanılınca yediği dayak; kapı gibi Rock Hudson'un, minicik arabaya bindiğinde aracın tepesinde kafasının oluşturduğu tümsek ve tek bacağının dışarıya sarkması; Doris Day'in Rock Hudson'un evini ağdalı bir doğu havasıyla dekore edip, hayalleri yıkılan Rock Hudson'un "yetti artık, nedir bu?" demek için Doris Day'i yatağından elektrikli battaniyesiyle kaptığı gibi evine götürürken battaniyenin yere doğru sallanmakta olan fişinin ucuna musallat olan kedinin (Rock Hudson, Doris Day, battaniye, fişi ve ucunda kedi evin kapısından içeri doğru girerlerken) dekorasyona verdiği tepki vb. sevimli ayrıntılar filmin gülümseten havasını artırıyor.

1960 En iyi Özgün Senaryo Oscar ödülü'nü alan film, en iyi kadın ve en iyi yardımcı kadın oyuncu gibi dallarda da Oscar'a aday olmuş. Ama filmin güzelliği aday olduğu ya da aldığı ödüllerle değil, buz gibi bir kış akşamı - küresel ısınma artık bu zevki bile almaya başladı elimizden - soğuktan neredeyse donmuş bir halde hızlı adımlarla evimizin kapısından girdiğimizde, paltomuzu çıkarıp ellerimizi ovuşturarak kendimizi sobanın - ya da kaloriferin - o alev alev sıcaklığına attığımızda yaşadığımız mutluluğa eşdeğer bir duyguyla tariflenebilir ancak.

Bu eski filmleri izlediğimde anlıyorum bir kez daha dünyanın eskiden daha güzel bir yer olduğunu. Hayallerin hırstan arınmış, mutluluk, neşe ve keyif içeren umut dolu balonlar olduğu zamanların varlığını ince bir sızıyla hissediyorum içimde. Yanlış zamanda doğmuşum diyorum, eski devirlerin insanıyım ben. Öte yandan ailemin çocukluk döneminde, henüz yakalarına kırmızı kurdele takılmayı beklerken çekilen bu film, yıllar geçse de bazı şeylerin hiç değişmediğini de fısıldıyor gizli gizli. Aşkın her daim bilinmezliğini, gizemin çekiciliğini, aşka düşenlerin kendi kendileriyle konuşmalarını, sevilene yakın olmak için çevrilen dolapları, o içine düşülen bitmek bilmez heyecanları, sürekli düşünen ve her şeyin zihninizdeki yerini değiştirmenize sebep olan kontrolsüz beyinleri gülümseyerek izleyip "50 yıl geçse de aynı şeyleri yaşıyor ve hissediyor demek insanoğlu" diyor insan. 

Alain de Botton da sürekli gülümseyerek dolaşmama sebep oluyor bugünlerde. Beni ve etrafımdaki insanları inceleyip yazmış olsa gerek diyorum yazdıklarını. Ama biliyorum ki aslında tüm insanlarda aynı saf "âşık" kalp bir yerlerde nöbet bekliyor aslında. En mantık abidesi olanlarda bile… Bazen unuttum sanıyor insan bu heyecanları, bu "aşk hastalığını". Bazen de öyle bir afallıyor ki ilk kez âşık olmuş gibi eli ayağına dolaşıyor, karmakarış oluyor. Bazısı, zaten şanslı olanlardan. Her daim aşkı yaşayabilen şıpsevdiler ya da korkusuzlardan. Her neresinden olursanız bu insan deryasının değişmeyen bir şey var işte: Aşk, ansızın gelip kalbinizi çalan o sevimli hırsız. Hem "Aşk Üzerine" hem de "Yastık Sohbetleri" bunları anlattı işte bana. Acaba ikisinin aynı zamana gelmesi tesadüf mü? Yoksa burada bana bir mesaj mı gönderiliyor? 

İyi bir hafta sonu dilerim. Yazın tadını çıkarın. Gece yürüyüşlerini şiddetle tavsiye ederim. (Ama dalıp da "Maçka'dan dönerim" deyip kendinizi Beşiktaş'ta bulmayın benim gibi…)

Keyfiniz daim, köpüğünüz bol olsun!


(Türk kahvesine biraz süt katarsanız köpüğü daha bol oluyor, bilginize…) 
Aşk Üzerine, Alain de Botton, Sel Yayıncılık, 2005. 


06.07.2007'da Kahve Molası'nda yayımlanmıştır. (www.kahvemolasi.com)

Hiç yorum yok: