19 Eki 2018

Bir Şehnaz Oyun

Yazan: Turgut Özakman
Yöneten: Şakir Gürzumar 
Müzik: Cem İdiz
Reji: Şakir Gürzumar
Sahne Tasarımı: Ali Cem Köroğlu
Kostüm Tasarımı: Gülhan Kırçova
Işık Tasarımı: Enver Başar
Dans Düzeni: Yeşim Alıç
Dramaturg: Şafak Eruyar
Reji Asistanları: Pınar Güntürkün, Tuba Kantoğlu, Enes Türkoğlu
Oyuncular: Simay Küçük, Okday Korunan, İsmail İncekara, Erkan Taşdöğen, Gülseren Gürtunca, Deniz Gönenç Sümer, Neslihan Kolaylı, Sitare Bilge, Seda Yıldız, Erdal Bilingen

"Güzel hanımlar, zarif beyler... Hoş geldiniz… Herkes yerini alsın, başlıyor gösterimiz. İki perde, tekmili birden... Saz, caz, bando, mızıka, raks, dans, pandomima, Yaşasın müdüriyet... Bir de cabadan ön oyun... Bugün her şey bol kepçe... Ne hikmetse... Sözü özü güzel hanımlar, zarif beyler; sürmeli, gamzeli, işveli, cilveli, inanmazsanız buyurun..." 

1900'lerin başı, I. Dünya Savaşı dolaylarında İstanbul. Hatta ki, Galata... Bıçkınların, sarhoşların, âşıkların, eğlencenin, barbutun, külhanbeyliğinin mekânı Galata… Koltuk sevdası, düzen çabası, yaşam kavgası ve ille de aşk…

Bol müzikli, bol danslı, kahkahalı, neşeli, soluksuz keyifle izlenen bir oyun Ocak ayında perde açan "bir şehnaz oyun". Şekerpare'yi hatırlar mısınız? İlyas Salman ve Şener Şen'in oynadığı? Onun tiyatro versiyonu diyebilirim benim aklıma gelen o film oldu çünkü oyunu izlerken.

Turgut Özakman'ın kaleminden dökülen kelimeler sadece dönemin yaşantısını anlatmıyor, günümüze de ışık tutuyor. Ya da bazı şeylerin yıllar geçip de hiç değişmediğini vurguluyor. Düzenin kaymağını yiyenlerin düzenin devamını istediğini, kraldan çok kralcı olanları; dürüstlüğün, saflığın memlekette her daim istismara maruz kaldığını, kadınların "ikinci sınıf" insan muamelesi gördüğünü, yüzyıl geçse de değişmeyen hoyratlığımızı… Hepsini görüyor insan bu oyunda. Ama ki, Şehnaz'ın aşkını anlatışı hapishanede;

"Salkım saçak,
Sere serpe,
Yedi veren gül gibi,
Aşığım ben,
Oh be!"

İşte orada yine de anlıyor insan aşkın, sevginin sınır tanımazlığını, deliliğini, enginliğini, başa çıkılamazlığını, engel olunamazlığını…

Geleceğe dair güzel şeyler umut etmek istiyorum, dürüstlüğün, adaletin, sevginin, insanlığın yükselen değerler olmasını umut etmek istiyorum. (ki bunlar yükselen değerler olsa, ne ekonomi, ne siyaset, ne iç - ne dış politika, ne terör, ne türban, ne anayasa değişikliği, ne faili meçhul cinayetler, ne kan davaları, ne şu, ne bu, hiç birinin bugünkü gibi olmayacağını bildiğimden bunları ilaveten umut etmeyi istemiyorum. Zaten ilk umut etmek istediklerimin doğal akışı bunları getirecektir diye düşünerek…) Ama bir de bakıyorum ki, her şey hala aynı bundan 100 sene öncesiyle, hatta bazı şeylere bakınca daha bir geride, daha bile kötü. İnsanda umut etmeye hal kalmıyor bu gerçekle yüzleşince… Sonra durup düşünüyorum bir an, umutsuzluğa kapılmamak, direnmek lazım diyorum. İnsan nasıl direniyorsa sevdiğini kaybetmemek için, aslında kazanamayacağını bilse de - tıpkı Şehnaz gibi - umutlarında da direnmeli. Unutmamak lazım gelir; "Adalet topaldır, ağır yürür fakat gideceği yere er geç varır." *

Söylenecek sözler var, amma ve lakin keyifli bir hafta sonu dilemek lazım, nadide zamanları değerlendirmek… 

Umutlarımı paylaşmanız, umutlarımızın gerçeğe dönüşmesi dilekleriyle… 

Mirabeau 

Hiç yorum yok: