19 Eki 2018

Boz Ada, Bozcaada

Bir büyülü diyara gittim ben, zamanın akmadığı, hayatın temiz ve neşeli, durağan ama sevgi dolu olduğu bir diyara. Sabaha karşı ezan sesini duydum önce, yoksa çöpçülerin sesi miydi ilk duyduğum? Suyun taze serinliğini hissettim bedenimde, turistliğin hafifliğini...



Uyuyan bir kasabanın uyanışını gördüm sokaklarda, denizin dinginliğini içime çektim. Daracık sokaklardan geçtim, iki katlı alçacık Rum evlerinin arasından -mavi beyaz boyalı-, taze ekmek kokusunu çektim içime, duvarlara resimler asmışlardı, sokaklarda; sarmaşıklar asmalar süslüyordu yol kenarlarını, kapı ağızlarını... Sabahın kapısını sahilde minderlerde çalanları uyandırdım elimde olmadan, hepimiz utandık birbirimizden hafifçe, gizlice kaçtık denizin kıyısından, güneşten...

Hep açıktı kapıları evlerin, tıpkı insanların yürekleri gibi... Meydanda oturup şarkı söyleyen insanlara katıldık sonra, hafif bir üşümenin sıcacık bir ısınmaya döneceğini bilmenin dinginliği içinde. 20 sene sonra belki, belki daha fazlasında yine böyle olabilir miyiz dedik, ya da biz de böyle olabilir miyiz? O zaman fark ettim bu yıllanmış çiftler gibi bir çiftin yarısı olmak istediğimi, her gün gördüğüm yüzlercesinden birinin değil... Gitar çalan adamın sesi ipek gibiydi, saten çarşaflar gibi ya da... Hep orda duran, aslında tamamını bilmediğim ama hep bildiğim şarkıları söylendi, bir kedi suya düşmüştü sonra, titriyordu, ıslaktı, ağlıyordu... Tutup ensesinden çıkarınca kuru toprağa, kalp atışlarını bırakıverdi ellerime... Öyle ürkek, öyle korkmuştu ki… Samanyolu vardı gecede, gökyüzü yıldız dolu, kutup yıldızını bulmak mümkün olmadı o karmaşada ama büyük ayı kocaman duruyordu. Ateşin yanında oturup yıldızları seyrederken "böyle olmalı" dedim kendi kendime, yürekte hissedilen keyif duygusu tam olarak da böyle olmalı. 

Devrilmiş bankları kaldırıp oturdum denizin kıyısında. Sabahın ilk feribotu uğurladım uyku mahmuru gözlerle, üşüdüm hafif ürperdim, açtım bir öykü okudum kitabımdan, bir öykü yazmalıyım diye düşündüm, bir masal belki... Çınaraltındaki adamla konuştum biraz, memleket havası verdik birbirimize, gülümsedik. "Abla" diyen adamlara kızmadım hiç bu sefer, gülümsedim sadece. Köşeye kadar yürüyüp denizin kıyısında durdum, uzaklara baktım, kokuları çektim içime... Balık tutmaya çalıştım sonra, ayaklarımı sulara bıraktım kayalardan, kitap okudum güneşin altında kediler gibi mırıldanarak. Aşksız, ihtirassız, kaprissiz, sevgililerimle sıcacık kucaklaşmalar, soğuk - sulu oyunlar oynadım, çocuklar gibi güldüm, koştum, sabahlara uyandım, uyandırdım sevdiklerimi. Evcilik oynadık belki biraz, bir küçük rüyayı yaşadık belki. Bir peri masalını prova ettik, bir çocukluk zamanı çaldık geç(eme)mişimizden.

Bir masal gibiydi Bozcaada, ne zamandır dinlemeye ihtiyacım olan bir masal gibi... Bir de keşke bağbozumuna denk gelseydi bu masal, işte o zaman kim bilir daha ne güzelliklerle dolardı bu satırlar.





Keyifle kalın, köpüklü kahveleriniz olsun… 

Fotoğraflar: Melis Mine Şener 


28.09.2007'da Kahve Molası'nda yayımlanmıştır. (www.kahvemolasi.com)

Hiç yorum yok: