Toz dumandı ortalık, sanki bir
zelzele ile fırtına aynı anda uğramıştı köye. Gizlendikleri yerlerden çıkan
ürkmüş, korku dolu insanlar tozun dumanın arasında uzaklaşan yarı at – yarı
insan o yaratıkları gördüler hayal meyal. Gördükleri hızla uzaklaşan atlılar
mıydı yoksa sentörler mi bilemediler. Korkuyla bakıştılar. Tedirgin, ürkek,
çekingen faciadan geri kalanları toparlamaya başladılar. O gün bugündür o
köyden sentörlere inanmayan, onlardan korkmayan çıkmadı…
Efsanelerde ve tarih öncesi dönemde (ya da fantastik bir
dünyada) geçen film ve oyunlarda belden yukarısı insan belden aşağısı at olan
at adamlar, kentaour, centaur, kendavros olarak adlandılırlar. Türkçeye sentör
olarak geçer bu at – adamlar. Ve aslında her gün gazete sayfalarında yer alacak
kadar içimize işlemiş, gözümüzün önünde ama görmediğimiz bir parçası
olmuşlardır hayatlarımızın. Nerede dersiniz? Tabi ki burç köşelerinde! Yay
burcunun simgesini hatırlar mısınız? Gözünüzün önüne getirmeye çalışın bir.
Belden yukarısı insan, belden aşağısı at, elinde yayı ve oku ile sentörlerdir
her gün ilgilisine göz kırpan, fal köşelerinde.
Oysaki mitolojide Dionysos’a (Yunan mitolojisinde Şarap –
ve eğlence – Tanrısı) hizmet ettikleri, bu yüzden şarap içmeye ve eğlenmeye
düşkün olduklarıyla anılırlar. Sonlarının da bu zevk-i sefa, aslında daha çok
şehvet demeli belki, sebebiyle olduğu söylenir. Kız kardeşleri sayılan kır
perilerini rahat bırakmadıkları, onlarla sevişmek için peşlerinden koştukları
rivayet edilir mesela. Yine rivayetlere göre Lapith’lerin Kralı ile Argos
Kralının kızı evlenecekken düğün gecesi gelini kaçırmaya teşebbüs etmişler ve
bu teşebbüs onların Lapith’ler tarafından köklerinin kurutulmasına, sağ kalan
üç beş sentörün de siren’lerin adasına sığınarak bir süre sonra nesillerinin
tükenmesine sebep olmuştur (Demek ki neymiş, koskoca sentör de olsan, uçkur
mevzu önemli mevzu...).
Asi ve savaşçı ruhlu olduklarına inanılan sentörler
savaşmak için kendilerine hareket kolaylığı sağlayan ok ve yayı tercih
ederlermiş. Savaşçılıklarının yanında geleceği bildikleri de söylenegelir.
Yazık ki, kendi geleceklerini bilememiş – bilebildiyseler bile –
değiştirememişlerdir… Kuzey Yunanistan’da Pelion Dağı çevresinde yaşadıklarına
inanılan bu yarı at – yarı insan yaratıkların Lapithae Kralı Ixion ve bir bulutun
çocuklarıdır. Efsaneye göre Kral Ixion bir gün Hera’yı ayartır ve gizli bir
buluşma ayarlarlar. Ancak Zeus bunu öğrenir ve buluşmaya Hera kılığına soktuğu
bir bulutu gönderir. Bu buluşmanın meyveleri de sentörler olur. Sentörlerin bir başka doğuş efsanesi
annelerinin Nephele olduğunu anlatır. Ama işin içine Zeus girmediği için öyle
alengirli buluşmalardan söz edilmez.
Dönem dönem Herakles, Zeyna, Harry Potter, Narnia
Günlükleri gibi filmler ve Dungeons & Dragons, Age of Mythology, Mortal
Kombat, Warcraft vb. oyunlarda karşımıza çıkan sentörlerin aslında en bilinen
efsanesi Herakles ile olanıdır.
Herakles Deianeria ile evlenir ve ilk yolculuklarında –
balayına mı gidiyorlardı dersiniz? – kabarmış bir sele rastlarlar. O sırada
sandalcı sentör Nessos ile karşılaşırlar. Nessos selde onlara yardım teklif
eder, Herakles bu teklifi kabul eder. Ancak Nessos Deianeria’yı kaçırmaya
kalkışınca olanlar olur ve Herakles Nessos’u oku ile göğsünün ortasından vurur.
Ancak Nessos ölmeden önce Deianeria’ya şöyle fısıldar: “Yaramdan akan kanı
topla, Herakles’in bir giysisini bununla ıslat. Bu iksir onun sana olan aşkını
ölümsüz kılacaktır.” (Aşkla
kandırılamayacak kaç kadın tanıyorsunuz?) Deianeria bu söze inanarak Nessos’un
kanından bir miktarı alıp Herakles’in bir gömleğini bununla ıslatır ve
gerektiğinde kullanmak üzere saklar. Bir süre sonra Herakles’in yolculukları
maceraları artar, sıklaşır. Bu yolculuklarda yeni yeni kadınlar, yeni aşklar
ortaya çıkmaktadır. Nessos’un öğüdünü hatırlayan Deianeria, bir kurban törenine
giden Herakles’e Nessos’un kanına batırdığı gömleği verir. Herakles gömleği
giyer giymez, gömlek tenine yapışır ve Herakles’i yakmaya başlar. Herakles acı
içinde kendini yerden yere atmaya başlar, bağırır – çağırır, kıvranır. Bunları
gören Deianeria Nessos’un kendisini kandırdığını ve Herakles’in ölümüne sebep
olacağını düşünerek kendini öldürür.
Çektiği acılara dayanamayan Herakles kendisini Oita Dağı’nın doruklarına
taşıtır, orada çok büyük bir ateş yaktırarak kendini ateşe attırır. Ve böylece
acılar içindeki bedeninden kurtularak ölümsüzlerin yanına Olmypos’a taşınır.
Kendi başlarına pek hikaye edilmeyen çoğunlukla Herakles’in
söylencelerinde yer bulan sentörler, akla bir de satirleri getirir ki, onlar da
ayrı bir yazı konusu olmalı. Belki bir başka sayıya…
Şarabın kokusu geliyordu
Nessos’un burnuna. Toynaklarını yere sürtüp, yelesini savurdu. Şaraptan önce
bir av gerekti. Şaraba eşlik edecek yemek. Uzaktaki ceylanı kestirdi gözüne.
Yayını gerdi, sadağından aldığı oku yerleştirdi, çekti. Ok havayı yırtarak
hedefe ulaştı. Kara gözleri büyüdü ceylanın. Boynundan akan kan yerde bir
gölcüğe dönüşürken, birkaç titreme ile yere düştü. Bedeni yere değdiğinde
ceylan yaşamıyordu…
Tunnel Dergi 3. sayısında (Kasım 2010) yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder