23 Eki 2018

Sentörler

Toz dumandı ortalık, sanki bir zelzele ile fırtına aynı anda uğramıştı köye. Gizlendikleri yerlerden çıkan ürkmüş, korku dolu insanlar tozun dumanın arasında uzaklaşan yarı at – yarı insan o yaratıkları gördüler hayal meyal. Gördükleri hızla uzaklaşan atlılar mıydı yoksa sentörler mi bilemediler. Korkuyla bakıştılar. Tedirgin, ürkek, çekingen faciadan geri kalanları toparlamaya başladılar. O gün bugündür o köyden sentörlere inanmayan, onlardan korkmayan çıkmadı…


Efsanelerde ve tarih öncesi dönemde (ya da fantastik bir dünyada) geçen film ve oyunlarda belden yukarısı insan belden aşağısı at olan at adamlar, kentaour, centaur, kendavros olarak adlandılırlar. Türkçeye sentör olarak geçer bu at – adamlar. Ve aslında her gün gazete sayfalarında yer alacak kadar içimize işlemiş, gözümüzün önünde ama görmediğimiz bir parçası olmuşlardır hayatlarımızın. Nerede dersiniz? Tabi ki burç köşelerinde! Yay burcunun simgesini hatırlar mısınız? Gözünüzün önüne getirmeye çalışın bir. Belden yukarısı insan, belden aşağısı at, elinde yayı ve oku ile sentörlerdir her gün ilgilisine göz kırpan, fal köşelerinde.
Oysaki mitolojide Dionysos’a (Yunan mitolojisinde Şarap – ve eğlence – Tanrısı) hizmet ettikleri, bu yüzden şarap içmeye ve eğlenmeye düşkün olduklarıyla anılırlar. Sonlarının da bu zevk-i sefa, aslında daha çok şehvet demeli belki, sebebiyle olduğu söylenir. Kız kardeşleri sayılan kır perilerini rahat bırakmadıkları, onlarla sevişmek için peşlerinden koştukları rivayet edilir mesela. Yine rivayetlere göre Lapith’lerin Kralı ile Argos Kralının kızı evlenecekken düğün gecesi gelini kaçırmaya teşebbüs etmişler ve bu teşebbüs onların Lapith’ler tarafından köklerinin kurutulmasına, sağ kalan üç beş sentörün de siren’lerin adasına sığınarak bir süre sonra nesillerinin tükenmesine sebep olmuştur (Demek ki neymiş, koskoca sentör de olsan, uçkur mevzu önemli mevzu...).
Asi ve savaşçı ruhlu olduklarına inanılan sentörler savaşmak için kendilerine hareket kolaylığı sağlayan ok ve yayı tercih ederlermiş. Savaşçılıklarının yanında geleceği bildikleri de söylenegelir. Yazık ki, kendi geleceklerini bilememiş – bilebildiyseler bile – değiştirememişlerdir… Kuzey Yunanistan’da Pelion Dağı çevresinde yaşadıklarına inanılan bu yarı at – yarı insan yaratıkların Lapithae Kralı Ixion ve bir bulutun çocuklarıdır. Efsaneye göre Kral Ixion bir gün Hera’yı ayartır ve gizli bir buluşma ayarlarlar. Ancak Zeus bunu öğrenir ve buluşmaya Hera kılığına soktuğu bir bulutu gönderir. Bu buluşmanın meyveleri de sentörler olur.  Sentörlerin bir başka doğuş efsanesi annelerinin Nephele olduğunu anlatır. Ama işin içine Zeus girmediği için öyle alengirli buluşmalardan söz edilmez.
Dönem dönem Herakles, Zeyna, Harry Potter, Narnia Günlükleri gibi filmler ve Dungeons & Dragons, Age of Mythology, Mortal Kombat, Warcraft vb. oyunlarda karşımıza çıkan sentörlerin aslında en bilinen efsanesi Herakles ile olanıdır.



Herakles Deianeria ile evlenir ve ilk yolculuklarında – balayına mı gidiyorlardı dersiniz? – kabarmış bir sele rastlarlar. O sırada sandalcı sentör Nessos ile karşılaşırlar. Nessos selde onlara yardım teklif eder, Herakles bu teklifi kabul eder. Ancak Nessos Deianeria’yı kaçırmaya kalkışınca olanlar olur ve Herakles Nessos’u oku ile göğsünün ortasından vurur. Ancak Nessos ölmeden önce Deianeria’ya şöyle fısıldar: “Yaramdan akan kanı topla, Herakles’in bir giysisini bununla ıslat. Bu iksir onun sana olan aşkını ölümsüz kılacaktır.”  (Aşkla kandırılamayacak kaç kadın tanıyorsunuz?) Deianeria bu söze inanarak Nessos’un kanından bir miktarı alıp Herakles’in bir gömleğini bununla ıslatır ve gerektiğinde kullanmak üzere saklar. Bir süre sonra Herakles’in yolculukları maceraları artar, sıklaşır. Bu yolculuklarda yeni yeni kadınlar, yeni aşklar ortaya çıkmaktadır. Nessos’un öğüdünü hatırlayan Deianeria, bir kurban törenine giden Herakles’e Nessos’un kanına batırdığı gömleği verir. Herakles gömleği giyer giymez, gömlek tenine yapışır ve Herakles’i yakmaya başlar. Herakles acı içinde kendini yerden yere atmaya başlar, bağırır – çağırır, kıvranır. Bunları gören Deianeria Nessos’un kendisini kandırdığını ve Herakles’in ölümüne sebep olacağını düşünerek kendini öldürür.  Çektiği acılara dayanamayan Herakles kendisini Oita Dağı’nın doruklarına taşıtır, orada çok büyük bir ateş yaktırarak kendini ateşe attırır. Ve böylece acılar içindeki bedeninden kurtularak ölümsüzlerin yanına Olmypos’a taşınır.
Kendi başlarına pek hikaye edilmeyen çoğunlukla Herakles’in söylencelerinde yer bulan sentörler, akla bir de satirleri getirir ki, onlar da ayrı bir yazı konusu olmalı. Belki bir başka sayıya…




Şarabın kokusu geliyordu Nessos’un burnuna. Toynaklarını yere sürtüp, yelesini savurdu. Şaraptan önce bir av gerekti. Şaraba eşlik edecek yemek. Uzaktaki ceylanı kestirdi gözüne. Yayını gerdi, sadağından aldığı oku yerleştirdi, çekti. Ok havayı yırtarak hedefe ulaştı. Kara gözleri büyüdü ceylanın. Boynundan akan kan yerde bir gölcüğe dönüşürken, birkaç titreme ile yere düştü. Bedeni yere değdiğinde ceylan yaşamıyordu…

Tunnel Dergi 3. sayısında (Kasım 2010) yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: