19 Eki 2018

Amistad

Yönetmen: Steven Spielberg

Senaryo: David Franzoni

Oyuncular: Anthony Hopkins, Morgan Freeman, Matthew McConaughey, Stellan Skarsgard, Djimon Hounsou

Yapımcı: Debbie Allen, Steven Spielberg, Colin Wilson

Müzik: John Williams

Süre: 152 dk. 1997, ABD.

Dil: İngilizce, Mendece, İspanyolca

Özgürlük verilmez. Doğuştan bir haktır. Ancak bazen geri alınması gerekebilir. Bize özgürlüğümüzü verin!


La Amistad gemisi 1839 yazında içinde 53 tane Afrikalı köle ile Küba Sahillerinden hareket eder. Köleler Cinque'nin önderliğinde gemide isyan çıkarırlar ve mürettebatla savaşarak gemiyi ele geçirirler. Artık Afrika'ya dönmek için bir şansları vardır. Mürettebattan sağ kalan son iki kişinin onları doğru yere doğru götürdüklerine inanmaktan başka şansları yoktur. Ancak bu sırada bir Amerikan savaş gemisi tarafından yakalanırlar. Korsanlık ve cinayetle itham edilirler. Gemide çıkan köle isyanı ve Amerikan sularında olması nedeniyle Amerikan mahkemelerinde kölelerin kaderine karar verilmesi, tam da eyaletler arasında kölelik düzeninin en tartışmalı olduğu döneme rastlar. Ve böylece açılan dava Aristokrasiyle özgürlüğün savaşına dönüşür. 

Gerçek bir öykünün uyarlaması olan filmi izleyenleriniz neler düşündü, neler hissetti bilmiyorum, ama ben ağladım izlerken. Gözyaşlarımı tutamadım… İki elinizi ve ayağınızı kullanabiliyor musunuz düşünmeden? Fütursuzca başınızı gökyüzüne kaldırıp güneşe bakabiliyor musunuz? Bugün sabah evden çıktığınızda akşam huzurla eve dönebilme ihtimaliniz yüksek mi? inanıyor musunuz buna? Özgürlüğünüzü tarif edebilir misiniz? Nedir özgür olmak? Neyle ölçülür ederi? Neyle karşılayabilir insanoğlu özgürlüğe biçilen bedeli? Kendi toprağında, kendi dilinde, kendi inancında, güçlünün güçsüze hükmetmeye çalışmadığı bir dünyayı hayal edince mi tarif ediyorsunuz özgürlüğü yoksa elleriniz kelepçede olmasın, ayağınıza pranga vurulmasın yeter mi özgür olmaya? 

Hele hele şimdilerde iyice su yüzüne çıkan - pek çoğumuzun kıymetini bilemediği özgürlüklerin kaybı ile ilgili - endişeler geldi aklıma. Amistad'daki insanların kurtuluşa koşmaları, umutla canlarını tenlerinden ayırmak pahasına yaptıkları savaşı izlerken gözyaşlarımı tutamadım ben. 

Bir kadının çocuğunu kurtarmaya çalışması, bir adamın kanıyla özgürlüğüne kavuşma çabası… Ölümden medet umarak, hayatta kalmak için, yitirdiklerinin acısını hissederek öldürmek… Bir cani gibi görünen bu insanları nasıl da birden bire mağdur olarak gördüğünüze şaşıyorsunuz ki bu hikâyenin gerçekliğinden mi Spielberg'in ustalıklı anlatımından mı bilinmez.

Bir adamın inatçılığını görüyorsunuz öte yanda, tüm düzene, dünyaya karşı koymaya çalışan bir adamın azmini ve zaferinin gözlerinde parlayışını görüyorsunuz Amistad'da. Hukukun bittiği yerde - ki filmde de görüldüğü üzere Amerika'da da pekâlâ bitiyor hukuk zaman zaman, neticede orası da insanların ve hırsların mevcut olduğu bir yer, olmaz olmaz değil yani - aklın hukuku devirmeye çalıştığı, inancın, yüreğin insanları doğruya götürdüğü incelikle işlenmiş. Anthony Hopkins az ama etkileyici oyunuyla göz dolduruyor Morgan Freeman'ın birkaç sahne dışında hissedilmeyen varlığı Djimon Hounsou'nun dilini bilmesek de bizi büyüleyen duruşu, bakışı kendini anlatışıyla kabul edilir hale geliyor. 

Filmde takıldığım pek az nokta var; alttan alta verilen Hıristiyan misyonerliğinin filmde bir eksikliği olur muydu? Yani kölelerden biri İsa'nın hayatını Cinque'ye anlatmasaydı elindeki kitapla (İncil olabilir mi kitap, bilmiyorum.) filmde ne eksik kalırdı? Zaten pek çok boşluğu kelepçeli ellerini havaya kaldırarak herkesin anlayacağı şekilde "bize özgürlüğümüzü verin" diyen Cinque doldurmuyor muydu? (O sahnede önce etrafındaki bütün özgür insanları, ellerini - kollarını - ayaklarını özgürce hareket ettiren insanları gören ve aklının sınırlarını yitiren Cinque'nin suratındaki ifade, bazen sadece kayıp halinde kıymetini anladığımız pek çok şeyi hatırlattı bana)

Ne çok şey anlatmak isterdim aslında, ne çok yazmak, ne çok konuşmak… Ama öyle bir şey ki bu özgürlüğümün bir sınırı var, ne istediğim kadar çok yazabilirim - yer sıkıntısı değil yazmamı engelleyen, kalp kırma tedirginliği ve zaman sıkıntısı - ne de istediğim kadar çok - yine aynı sebeplerden ötürü -… Demek ki çok özgür zannederken bile kendimizi, aslında o kadar özgür değiliz aslında. Çünkü benim özgürlüğüm bir başkasının özgürlüğünün bittiği sınırda başlıyor. Bugün pek çokları unutsa da bu önemli ayrıntıyı, ben de sizler gibi unutmuyorum ve sevgiyle gülümseyip huzurlarınızdan ayrılıyorum. Keyfiniz bol olsun, iyi hafta sonları, bol köpüklü kahveler…


21.09.2007'da Kahve Molası'nda yayımlanmıştır. (www.kahvemolasi.com)

Hiç yorum yok: