19 Eki 2018

Kaplumbağalar da Uçar

(lakposhtha hâm parvaz mikonand lakposhtha hâm parvaz mikonand)
Yönetmen: Bahman Ghobadi 

Senaryo: Bahman Ghobadi 

Görüntü Yönetmeni: Şehriyar Assadi

Müzik: Hüseyin Alizadeh

Tür: Savaş, Dram

Yapım: İran, Fransa, 2004 98 dakika (Renkli)

Dil: Kürtçe

Oyuncular: Avaz Latif, Soran Ebrahim, Saddam Hüseyin Faysal, Hireş Faysal Rahman, Abdülrahman Kerim, Ajil Zibari

"Sarhoş Atlar Zamanı'nın yönetmeni Bahman Ghobadi'den, mayın tarlalarında yaşayan, orada büyüyen ve daha çocukken orada ölenler anlatan bir film, "Kaplumbağalar da uçar".

ABD'nin Irak'a savaş ilan etmesine sayılı günler kala, Irak-Türkiye sınırındaki bir Kürt mülteci kampındaki yaşamı, daha ne çocuk ne de yetişkin olan 12-13 yaşlarındaki insanların öyküsünü anlatıyor film. Ailesini yitirmiş, girişken bir çocuk olan Satellite, az da olsa İngilizce bilmesi ve teknolojiden anlaması nedeniyle, Batı haber kanallarından bilgi almaya çalışan kampta, çocukların lideri olur ve yetişkinler dünyasında saygınlık kazanır. (Bu arada Bush'un Pentagon'daki savaş demeçlerini "yarın yağmur yağacak" diye çevirmektedir Satellite.) Kamptaki çocukları mayın toplayarak gelir elde etme konusunda örgütleyen Satellite, kampa yeni gelen Agrin'e ilk gördüğü anda itibaren ilgi duyar. Agrin de aynı kampta yaşayan 14 yaşında bir annedir. Ne Satellite'in kendisine yönelttiği umutsuz aşk, ne de hayatta kalmanın onun için çok fazla anlamı yoktur. Ölüm belki de bu şartlarda en iyi çözümdür. Bu arada, Agrin'in kollarını bir patlamada kaybetmiş ağabeyi, kehanetleriyle kamptakiler için uydu kanallarından daha güvenilir bir haber kaynağı olacaktır. 

Savaşın ne kadar acımasız olduğu, çocukların savaşın içinde - mayınların ortasında, çocukların bulunması ihtimali akla gelmeyecek diğer yerlerde bile - nasıl çocuk olduğu, insani duyguları hep içlerinde taşıdıkları… Bir kırmızı balık için boğulmayı göze alan ya da küçük bir çocuğun hayatını kurtarmak için mayın tarlasına dalan Satellite, yaralı arkadaşına Saddam'ın heykelinin elini hediye olarak getiren bir başkası, büyük bir acıyı kendisine hatırlatan çocuğunu - tecavüzcülerini ve öldürülen ailesini - ve kolları olmayan kardeşini yüreği bomboş, içi paramparça olsa da bırakamayan Agrin, kardeşinin acısı ve ailesinin kaybına rağmen bir çocuğa kıyamayan Rega….

Öyle canınızın içine değiyor ki o gözlerdeki acı, insanların niye ölmek istediğini anlar ve kızamaz oluyorsunuz onlara… Dünyanın gerçeklerinden, dünyanın onlar için ne düşündüğünden habersiz yaşamaya, hayatta kalmaya çalışan o insanları, hele hele o çocukları görünce, savaşları aklınız almıyor. Film içinizde bir derin çentikle, boğazınızda bir düğüm - benim gibilerdenseniz sizde - gözlerinizde yaş ekranın karşısında sizi kendinizle baş başa bırakıyor. 

Oyuncular profesyonel oyuncu değil, çekimler geniş - uzak, açık hava - doğal ortam koşulları altında yapılmış. Filmde bir belgesel havasının olması muhtemelen bu sebepten o gürültü, uğultu, hayatın akıp gittiği hissi hiç eksilmiyor filmden. Hem yoruyor, hem hırpalıyor film basit ama anlamlı ifadesiyle. 52. San Sebastian Film Festivali'nde Altın İstiridye - En İyi Film ve En İyi Görüntü ödüllerinin yanı sıra En İyi Senaryo dalında Jüri Özel Ödülü'ne layık görülmüş. Berlin Film Festivali'nde de Barış Ödülü'nü kazanmış. Ve daha başka pek çok ödüle aday olup pek çoğunu da kucaklamış film.

Filmden bana kalan onca gözyaşının arasında şu düşünce oldu: Bir çocuk, annesini babasını öldüren adamların tecavüzüne uğrayıp, onların çocuğunu doğurursa nasıl dayanabilir yaşamaya? Böyle bir gaddarlığın kurbanı olmak için insan nasıl bir suç / günah işlemiş olmalı? Ve bu gaddarlar gerçekten insan neslinden mi? Hep diyorum ya, çok ağlarım, sulu gözüm diye gözyaşlarıma değdi bu sefer… Ağlamakla hafiflemez hayatlara, dinmez acılara ağlamış olsam da…

Köpüklü bir kahve, bol keyif, az hüzün dilerim.
İyi hafta sonları. 


08.10.2007'da Kahve Molası'nda yayımlanmıştır. (www.kahvemolasi.com)

Hiç yorum yok: