19 Eki 2018

Kırmızı Pazartesi

Yazan: Gabriel García Márquez
Uyarlayan ve Yöneten: Macit KoperÇeviren: İnci KutSahne Tasarımı: Barış DinçelKostüm Tasarımı: Nihal KaplangıIşık Tasarımı: Kemal YiğitcanKoreografi: Handan ErgiydirenOyuncular: Burak Davutoğlu, Meriç Benlioğlu, Murat Coşkuner, Çağlar Yiğitoğulları, Bahtiyar Engin, Murat Garipağaoğlu, Rozet Hubeş, Semah Tuğsel, Mahperi Mertoğlu, Yavuz Şeker, Sükan Kahraman, Caner Çandarlı, Murat Taşkent, Selim Can Yalçın, Kutay Kırşehirlioğlu, Radife Baltaoğlu, Berna Oğuzutku Demirer, Seda Fettahoğlu, Aslıhan Kandemir, Zümrüt Erkin, Esra Ede, Abdullah Topal
Önceden haber verilmiş bir cinayetin nasıl işlendiğini görmek istemez misiniz? Zenginlerle yoksulların nasıl ayrı düştüğüne; toplumsal baskılara boyun eğen kadınlara ve erkeklere, mutsuzluğu toplumsal anlayışa gömen insanlara tanıklık etmek? Köhnemiş ama yine de yürürlükten kaldırılamamış gelenek ve göreneklerin sebep olduğu facialarla yüzleşmek? Psikolojik ve toplumsal baskıların insanları nelere sevk ettiğini görmeye hazır mısınız?
Gabriel Garcia Marquez'in aynı adlı oyunundan uyarlanan oyun, festival kapsamında tiyatro sevenlerin karşısındaydı. (Umarım gelecek sezon) Tüm İstanbullu tiyatro severlere perde açınca kaçırılmaması gereken bir uyarlama üstelik. Marquez'in Kırmızı Pazartesi adlı eserinin özgün adı "Cronica de una muerta anunciada", yani "anons edilmiş bir cinayetin kronolojisi"dir. Oyun ilerledikçe nasıl "göz göre göre" bir cinayet işlendiğine tanık olacağımızın habercisidir bu isim.
Bir kasabada evlenen bir genç kızın, düğün gecesi kız çıkmaması üzerinden gelişen olayları, işlenen cinayeti, kasabalının göz göre göre bu cinayetin işlenmesine sessiz kalmasını, toplum kurallarını, yazılı olmayan kaideleri ve düşünceleri, töreleri… Ve her şeyden önce aslında zihniyeti tüm açıklığıyla görebiliriz oyunda. Kadını metalaştıran alınıp satılan bir "şey"e dönüştüren zihniyeti... Marquez "en sevdiğim romanım" dediği eserini büyük bir incelikle işlemiş ve Macit Koper'in - bence - mükemmel uyarlaması da eseri büyük bir keyifle izlenecek hale dönüştürmüş.
Oyunu izlerken görürüz ki "Kader"i herkesin kendini suçsuz hissedebileceği bir alan olarak tanımlıyor insanlar ve gerektiğinde bu alana sığınıyorlar. Ve kader bir süre sonra başımıza bütün çorapları ören o önyargılardan biri haline geliyor. 
"Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım" diyor bir yerde anlatıcı, dava raporlarından okuduğu bir cümle ile… Ve gerçekten ne kadar çok önyargının bizi ne olur olmaz yerlere götürdüğünü hatırlatıyor oyun. Tabi ki önyargılarından ayrı düşme cesaretini gösterenlere…
Santiago Nasar'ın o gün beyaz giysileriyle beyaz yatağından kalktığında, bir cinayete kurban gideceğini kendisi dışında herkes bilmektedir. Çünkü bir önceki gece, o kasabada kabul edilemez bir şey olmuş, kasabanın yeni sakini Bayardo San Roman gözüne kestirdiği ve evlenmek için her türlü maddi manevi zenginliğini önüne serdiği Angela Vicario evlenip gerdek gecesi kızın kız olmadığını anlamıştır… Kız can havliyle Santiago Nasar demiştir; "Olan bitenin bütün sorumlusu o" Vicario Kardeşler olarak bilinen Pablo ve Pedro ertesi gün kasabada her gördüklerine Nasar'ı öldürmek için aradıklarını, hatta evinin karşısına kamp kurduklarını söylerler. Ancak bu bilgi, Nasar'ı ölümden kurtaramaz. Çünkü söz konusu cinayet bir namus cinayetidir. Anlatılan toplumda devlet otoritesinin zayıf olması, halkın geleneklerine ve törelerine bağlı yaşamasına neden olur; bu da beraberinde namus cinayeti, azınlıklara ayrımcılık yapılması, yoksulların zenginlere önyargılı yaklaşması gibi farklı toplumsal sorunları doğurur. 
Santiago Nasar uykudan uyanır, annesine gördüğü rüyayı anlatır: "Düşümde kendimi incecikten bir yağmurun yağdığı dev incir ağaçlarının oluşturduğu bir ormanın içinden geçerken gördüm, bir an için mutlu oldum, uyandığımda üstüm başım kuş pisliğinden görünmüyordu" Aslında o incecik yağmur toplumun yıllardır tutturduğu huzursuz edici düşünce ve görenekleri, incir ağaçları da yaşanan toplumu simgelemez mi? (İncir ağaçlarının kökleri çok derinlere gider, incirin kökünü kurutmak zordur, arsız ağaçtır incir ağacı…Tıpkı toplumlarda yerleşen düşünceler gibi, kökü kurutulması çok zordur.) 
Angela Vicario için "Adını söylemekte kısa bir süre kararsız kalmıştı. Belleğinin karanlıklarında onu aramış, bu dünyada olduğu gibi, öteki dünyada da insanın birbirine karıştırabileceği adlar arasında, ilk bakışta onu buluvermiş, bir avcı ustalığıyla, alın yazgısı yaratılış gününde belirlenmiş bir kelebek gibi onu duvara çivileyivermişti." der anlatıcı. Ne yapacağını bilemeyen kız, can havliyle ilk aklına gelen isme sarılmış mıdır? Santiago'nun hal ve hareketlerine bakarsak, evet. Peki, kimse bunu sorgulamış mıdır? Hayır. Neden? Çünkü Santiago Nasar varlıklıdır, uçarıdır, neşelidir… "Bizden değildir." Ve aranan sadece bir isimdir. Bulunanın kim olduğu sadece işin kıvamını değiştirebilir sonucunu değil…(Ne yalan söyleyeyim bu sahnede benim aklıma gelen şu oldu "anne, baba sizi çok seviyorum, kız bozuk çıktı… Bu haberi okuduğumda yaşadığım şaşkınlığı, gülmek ile ağlamak arası halimi hatırladım hemen.)
Otoritesiz ve fakir bir toplumda yaşayan kasaba halkı kendi otoritesini sağlamak için gelenek ve törelerine sarılır, azınlıkları dışlar, zenginleri sevmez ve törelerine bağlı kalmak için cinayet dâhil her şeyi göze alır. Kasabalının bu kötü durumu ekonomik ve siyasal nedenlerden kaynaklanmaktadır. Ekonomi, kötü durumda olduğu için devlet, otorite kuramamakta; bu da toplumda otorite boşluğundan ve töre baskısından doğan sorunlara yol açmaktadır. Bütün bunları açıktan açığa vermez işin ilginci Marquez, ama görür görmez anlarsınız. Tanıdık geldiğinden olsa gerek… 
İşin ilginci de, göz göre göre herkesin Santiago Nasar'ın namus uğruna öldürülmesini izlemesidir. Bu namus cinayetinin toplum için bir suç sayılmadığını da göstermektedir. Tıpkı bizdeki anlayışta olduğu gibi…
"Biz her zaman ölüden yana olmalıyız" 
Az da olsa, belli bir bilince erişmiş insanlar en düşük toplumlarda bile vardır. Ancak bunların gücü her zaman her şeye yetmez, hatta çoğu şeye yetmez yazık ki… Sonunda onlar da pes eder ve bir kenara çekilirler…
Ama bence oyunun / kitabın en can alıcı, en önemli kısmı Angela Vicario'nun annesinin dile getirdiği şu cümle:
"Aşk da öğrenilir, kızım!" 
Toplumda kızların istedikleri kişiyle evlenme hakkına sahip olmadıklarına ve baskı altında evlendiklerini, aşka değer verilmediği başka nasıl anlatılırdı bilmem… Marquez'in müthiş gözlem yeteneği, basit bir cinayetle bütünüyle bir toplumsal yapıyı anlatması… İnci Kut'un hoş çevirisi ve Macit Koper'in usta uyarlamasıyla şaşırtıcı bir şekilde "bizi anlatan", bize çok benzeyen bir toplumun - binlerce kilometre uzakta da olsa, bazı şeyler hep çok benzer oluyor demek - sahnelendiği bir oyunda kendi yansımamızı gördüm ben. Herkese tavsiye ederim ilk fırsatta.
Keyifli kahveleriniz olsun, güzel bir hafta sonunuz… 
06.06.2008'de Kahve Molası'nda yayımlanmıştır. (www.kahvemolasi.com)



Şubat 2009 HKMO İstanbul Bülten'inde yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok: