3 Eki 2018

Esaretin Bedeli

Yönetmen: Frank Darabont 
Senaryo: Frank Darabont, Stephen King (Kitap) 
Görüntü Yönetmeni: Roger Deakins 
Müzik: Thomas Newman 
Yapım: 1994, ABD, 142 dk.
Oyuncular: Tim Robbins, Morgan Freeman, Bob Gunton, William Sadler, Clancy Brown, Gil Bellows, Mark Rolston, James Whitmore

Henüz her istediğimde sinemaya gidemiyordum bu film gösterime girdiğinde. Anne babamın pek az olan boş vakitleri (üstüne üstlük bizim memlekette işler vaziyette bir sinema olmadığı için) ile sınırlıydı sinemaya gitme şansımız. Ama bu filmi izlemek için beklediğimi de söyleyemem. Filmi izleyene kadar neler göreceğimden habersizdim çünkü. Her şey filmi izledikten sonra oldu. Filmi izlemeden geçen bunca zamana böylesi üzülmek… İşte filmin bendeki belki de en büyük yankısı, bu oldu.

Yıllar öncesinin bu filmini niye seçtin derseniz, geçenlerde Empire Dergisi'nin okurların seçimi ile ilk 100 filmini açıkladığını okudum. Birinci sırada tahmin edeceğiniz gibi "Esaretin Bedeli" vardı. Filmi ilk izleyişim geldi aklıma. O sonsuz hayranlığım ve gözyaşlarım sonrasında gizli, buruk bir acı ve büyük bir sevinci hissedişim.

İlk izlediğimde üniversiteye yeni başlamıştım daha. Hayatın deryasına balıklama atlamış gibi hissediyordum kendimi. Kafam karışıktı, mutsuz - umutsuzdum. Andy Dufresne'in azmi, hayata bağlılığı, umudu, pes etmezliği koskoca bir umut yaratmıştı bana. Öyle çok etkilendim ki filmden, bunun bir gerçek yaşamöyküsü olduğuna inandım kendi kendime. Sonra bunun bir Stephen King romanı olduğunu öğrendim. Bugün, hala okumamış olmama rağmen bir gün Stephen King okumayı istememin başlıca sebebi "Esaretin Bedeli"dir. Böyle bir umudun ve heyecanın kelimelerdeki ifadesini görme isteği. 

Haksız yere hapse düşen bir adamın hayata tutunma çabasını, umutlarından vazgeçmemesini, ne olursa olsun pes etmemesini, sabrını, azmini, inancını… Dostluğu, karamsarlığı, yeni bir şeye başlamanın bazen ne kadar korkutucu olduğunu, insanın bazen hep beklediği şeylerden bile korktuğunu… Hepsini bu filmde gördüm ben. Hapisten çıkan bir mahkûmun döşemeye "Sam was here" yazıp kendini öldürmesiyle, gözyaşlarımın niye aktığını ifade etmem zor. Kalabalıklardaki yalnızlara ağlıyordum sanırım, bilinçsizce dışladığımız insanlara, dışlandığımız zamanlara… 

Siz yıllar boyunca cevapsız mektuplar yazabilir misiniz birine? Bırakın tanımadığınız birini, sevdiğiniz ama uzakta olan, sizinle ilgilenmeyen birine? Yıllar yılı umudunuzu koruyabilir misiniz hayatta her şey size karşı olsa da? "İnsanların sana karşı olması diye bir şey yoktur, onlar sadece kendilerinden yanadır*" diyebiliyor musunuz en kötü anınızda bile? Bir gün bütün kötü anıların geride kalacağı inancını taşıyabiliyor musunuz benimki kadar normal bir hayat yaşadığınız halde bile? "Pes etmemek, direnmemek nedir?" diye sordunuz mu hiç kendinize? Nereye kadar dayanacağınızı test etmek zorunda kaldınız mı hiç? İçsel sorgulamalardan öte, hayatla hesaplaşmak zorunda kaldınız mı? Bunlar başınıza gelmediyse bile, bu soru(n)lardan sadece bir tanesini aklınızdan geçirmişseniz eğer, o zaman bu film sizin de "başyapıt"larınız arasındadır / olacaktır eminim. Bu filmi "izleyin" demiyorum, izlemeyen kalmamıştır diye umut ediyorum zaten. Bu filmi "edinin" diyorum, hem de lütfen orijinal bir VCD / DVD olarak edinin. Umutsuzluğunuz nüksettikçe izleyin, kendinize haksızlık edip olayları gereğinden fazla büyüttüğünüzü, vazgeçmek için çok erken olduğunu anlamanız için, muhtemelen bir doz yeterli olacaktır.

Köpüğünüz bol olsun, iyi hafta sonları efendim… 


26.01.2007'da Kahve Molası'nda yayımlanmıştır. (www.kahvemolasi.com)

Hiç yorum yok: