19 Eki 2018

Ev Yapımı Limonata


Bu Cuma tatilden önceki son yazımı yazıyorum ayıptır söylemesi. O yüzden tüm güncel mevzulardan uzak, uçarı bir yazı yazıyorum… Seçim sonuçlarını zaten pazartesi öğreneceğiz, her ne çıkarsa çıksın önümüze. İyisi de desek, kötüsü de; bir "oy"umuz hem her şeyi etkileyecek, hem de hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Bu yüzden sözü uzatmak manasız bu saatten sonra. 
Gelelim bu haftanın keyif duraklarına. İzmir'den gelen pek sevgili bir arkadaşın gezi rehberi olarak geçen son haftanın deneyimlerini paylaşmadan olmaz. Resimlerden anlaşıldığı üzere Kız Kulesi'ni keşifti geziye damgasını vuran. Her İstanbul'a gelene, her İstanbul sevdalısına şiddetle tavsiye ettiğim Kız Kulesi. Söylenceleri, masalları, yenilenmesi ile hep akıllarda olan Kız Kulesi. 
Dertlilerin derdini unuttuğu, âşıkların zaman mefhumunu bile yitirdiği bir mekân Kız Kulesi. Bizatihi kendimiz gördük, biz gittiğimizde kulenin tepesinde olan sevgililer biz dönerken hala aynı vaziyette orada duruyorlardı birbirlerine sarılmış… Bizimse kulenin tepesinden denizin mavisini çekmekti uğraşımız, güneşin kavuruculuğu omuz başlarımızı, gözlük kenarlarımızı çarparken. 
Salacak'tan 10 dakikadan az sürüyor Kız Kulesi'ne varış. Ortaköy'den de ulaşım mümkün. Hangi yakayı tercih ederseniz… Salacak'tan giden motorlar ring sefer yapıyorlar bekleme problemi olmuyor. Ortaköy tarafı belli aralıklarla kalkıyor bildiğim… Ama Ortaköy beklemenin önem arz etmediği bir mekân tabi. Rengârenk incik boncuklar, eşarplar, tüller, kitaplar dolu tezgâhlarıyla… 
Biz Ortaköy'ü Boğaz Turuna çıkmak için tercih ettik, bu güzelim yaz havasında nasıl serin oluyor Boğaz'da gece, bir bilseniz… Sakın ha, hırkanızı eksik etmeyin yanınızdan… Ama vaktiniz varsa eğer, esas Beşiktaş'tan da kalkan tam Boğaz Turlarından birine katılın derim ben. Ortaköy'den bir saatlik Boğaz Turu insanın ağzına bir parmak bal çalmak gibi… Ortaköy'den Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'ne uzanıp geri dönüveriyor. 
Galata Köprüsü'nün altında balık ekmek, akşam gün batarken buz gibi bira… Köprüyü gece ışıklarında yürümek…
Taksim'in ve Kadıköy'ün sahafları (ki onlar ayrı bir derya, muhakkak kendi başlarına tavaf edilmeliler vakit bol olduğunda…), Nevizade'de akşam… Neresini saymalı da bitirmeli bilmem ki…
Bu birkaç günlük yoğun gezi programı ne güzel bir memlekette yaşadığımı hatırlattı bana. Deniz kıyısına inip bir çay içmenin maliyetinin pek de o kadar büyük olmadığını, ama keyfinin paha biçilmez olduğunu… Hayatın kısa, göz açıp kapayana dek bizi bırakıp giden bir hızlı tren gibi olduğunu… 




Şimdi Saroz'un o güzelim mavisine giderken, İstanbul'umu daha bir severek, bu şehirde - yaşadığımı hissederek - yaşadığıma sevinerek gidiyorum tatile. İstanbul'daysanız eğer, biraz vakit ayırın yaşadığınız şehirle barışmaya. Değilseniz, her nerde olduğunuzu bilmesem de, bir durun ve şehrinize göz gezdirin. Unuttuğunuz ya da yanından umarsızca geçtiğiniz onca güzelliğe bir "merhaba" demek o kadar zor mu? Kendinize izin verin ve yaşadığınız yeri tanımaya çalışın. Ancak öyle kurtuluyor çünkü insan o aidiyetsiz olma hissinden. Nerede yaşadığını bilip yaşadığı yere olan hislerini anladıktan sonra.
İyi hafta sonları ve iyi haftalar olsun efenim. Görüşene dek paranın satın almaya yetmediği keyiflerle dolu günleriniz olsun dilerim! 

Fotoğraflar: Melis Mine Şener (yani ben) 

20.07.2007'da Kahve Molası'nda yayımlanmıştır. (www.kahvemolasi.com)

Hiç yorum yok: